Bırakın da birlikte üzülüp hep birlikte sevinelim!-Yener Çalışkan*

Bırakın da birlikte üzülüp hep birlikte sevinelim!-Yener Çalışkan*

PAYLAŞ

Sporla dolu sıcak bir yazın ortasında bir Avrupa Kupası’nı daha acısıyla tatlısıyla geride bıraktık. İspanya’nın kupayı kaldırmayı turnuvanın başından beri hak ettiği konusunda hemen herkes hemfikirdi; La Roja’nın beklenen zaferiyle hak yerini buldu. Sona eren turnuvanın ardından pek çok güzel an, seyir zevki sunan birbirinden güzel karşılaşmalar, jeneriklik goller, parlayan ve sönen yıldızlar ve nihayet hepsinden önemlisi ülkemiz açısından önemli siyasi tartışmalarla Paris Olimpiyatları’na doğru yol alıyoruz. TRT’nin maç aralarındaki reklamlarında verilen fetihçi mesajlara eşlik eden dini soslu yorumları yeni rejimin izdüşümünü sahaya yansıtıyordu. Örnek vermek gerekirse, spikerin yedek kulübesinden oyuna dahil olan bir futbolcunun “duasını ettiğini” vurgulaması, kişiye özel bir inanç pratiği olarak “dua etmeye” değil, spor alanı vesilesiyle inşa edilmeye çalışan kamusal bir rutine işaret eder gibiydi. Sanki her futbolcu oyuna girerken “duasını” etmeliymiş gibi…

 

∗∗∗

 

Ve elbette Merih Demiral’ın Türkiye-Avusturya maçında attığı gol sonrası sevinci “futbolun asla sadece futbol olmadığının” son örneği oldu. Kendini bu ülkenin sahibi sanan bir siyasi hareketin 90’lı yıllarda kullanmaya başladığı siyasi simge, Türk milletinin ulusal sembolü olarak tartışılır hale geldi. Atatürk’ün montajlanmış (montajlandığı teyit edilmiş) resimleri sosyal medyaya servis edildi. Yılmaz Özdil’inden Fatih Altaylı’sına kimi ana akım figürler söz konusu el işaretini ulusal bir sembol olarak lanse etme yarışına girdiler. Yetmedi, Cumhuriyet Gazetesi’nden Barış Doster, Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye şiirinden örnekler vererek futbolcuyu savundu ve savunmayanları “yetmez ama evet”çilikle, sol liberallikle suçladı.

 

Her kimlikten yurttaşın vergileriyle finanse ettiği TRT’nin olimpiyatlar için kurguladığı sokak röportajlarında dahi bozkurtlu selamlara yer vermesi dikkatlerden kaçmadı. Devlet erkanı da bu gündeme dört elle sarıldı. Yönetenler burada, futbolun afyon olma işlevine ek olarak, ülkenin gerçek gündemini toplumdan kaçırmak için yeni bir hamaset zemini buldular. Gençlerin işsizlikle boğuştuğu, şanslı olup çalışan nüfusun yarısından çoğunun ise asgari ücret düzeyinde ve -kayıt dışı olarak- altında ücret aldığı bir bağlamda bu fırsatı kaçırmadılar. Emekliler açlığa mahkum edilirken, emekçiler sefalete sürüklenirken gelen vergi artışları, yalan rakamlarla algı oyunlarına dönüştürülen yaşam pahalılığı yerine, toplumun Bozkurt anlatısını konuşması kaçırılacak fırsat değildi elbette! Ancak bu ülkenin emekçilerinin, demokratlarının, devrimcilerinin ve gerçek yurtseverlerinin de bu gündeme dair söyleyecekleri var.

 

Türk mitolojisinde kurt anlatısı olduğu biliniyor. Tıpkı Roma şehrini kuran Romüs ve Romülüs’ü emziren dişi kurt rivayeti gibi. Bu kısmı tarihçilerin işi… Ancak bu mitolojik anlatıyı kullanıp 90’lı yıllarda kendine siyasal simge olarak el işareti haline getiren siyasi yapının siciline bakmakta fayda var biraz da. Şimdilerde beka söyleminden hareketle siyasi ikbal devşirmeye çalışan ve “ötekini” tanımlama ve yok sayma tekelini elinde bulunduran bu yapı; tarihi boyunca ülkedeki anti-emperyalist, bağımsızlıkçı hareketleri bastırmak için seferber olmuş. Yurtsever, devrimci, demokrat aydınları katletmiş. Yükselen her hak talebinin karşısına dikilmiş. “Irmağının akışına ölmek” şöyle dursun, memleketin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip çıkanlara saldırmış. Kirli derin ilişkilerinin üstünü bayrakla örtmüş. Kadın cinayetlerini protesto edenlere, bu ülkenin farklı kimliklerine, gazetecilere, aydınlara saldırırken bu işareti kullanmış bir paramiliter şebekedir. Bunu teyit etmek için MHP’nin suç ilişkilerinin ortalığa döküldüğü Sinan Ateş cinayeti davasındaki ifadelere bakmak yeterli olacaktır. Yani bize bu işareti kendine simge seçmiş hareketi “Nasıl bilirsiniz?” diye sorarlarsa, “iyi biliriz” diyemeyeceğiz kesinlikle. Ama biz bu hareketin cemaziyelevvelini biliriz. Çorum’dan, Maraş’tan, Madımak’tan biliriz…

 

∗∗∗

 

Kendisinden farklı olanı yok sayma ve yok etme üzerine kurulu bu tekçi anlayış, spor alanında en son kafasına Amed Spor’u takmıştı. Okullarda seçmeli derslerde okutulan, bu ülkede milyonlarca insanın annesinden öğrendiği bir dilde kentin adının spor kulübüne verilmesini hazmedemeyen zevat, tribünlerden kendi tek bildikleri dilde, yani “özel harp” dilinde “Beyaz Toros” ve “Yeşil” pankartları açmıştı. Konya’da saygı duruşunda 10 Ekim Ankara Gar katliamında yaşamını yitirenleri yuhalayıp ıslıklayanlar da tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Örnekler saymakla bitmez. Özetle spor üzerinden toplumu kutuplaştıran, terörize edenler çok basit bir insani hakkı teslim etmeye tahammül edemiyorlar: Her halk saygındır! Her kültür saygındır!

 

Oysa spor barıştan, kardeşlikten, ezilenlerin haklarından yana olunca güzeldir. Kendi devletinin savaş diline rağmen Vietnam ve Küba’nın yanında olan Muhammet Ali’yi, Filistin halkının yanında olan dünyaca ünlü futbolcuları, Deniz Gezmişler’in idamına karşı imza toplayan Metin Oktay’ı, futbol alanında sendikal çalışmaları başlatan Metin Kurt’u unutmak mümkün mü? Futbolun filozofu Socrates’in dediği gibi “Futbol sahasında güzellik zaferlerden daha önemlidir.” Bakmayın az sayıda ırkçı, linççi güruhun sesinin çok çıktığına; sporseverlerin ve yurttaşların çoğunluğunun kalbi sporun getirdiği güzelliklerden, barıştan, kardeşlikten, yani “olimpik değerlerden” yana atıyor.

 

Profesyonel futbolculuk hayatımda karşı karşıya geldiğim futbolcu arkadaşlarımı hep rakibim olarak gördüm, düşmanım değil. Ve Paris’te olimpiyatların başlamasına sayılı günler kala şunu hatırlatmakta fayda görüyorum: Sporun temeli; onurlu, saygılı bir ilişki biçimi içinde yeteneklerini, emeğini kolektif bir çabayla ve “insanı insan yapan değerlere” bağlı kalarak sergileyebilmektir. Spor; yok saymanın, ötekileştirmenin, düşmanlaştırmanın bir aracı olarak değil, farklılıklarla bir arada yaşama zemini olarak güzelliklere doğru bir kapı aralayabilir ve aralamalıdır. Spor şu an ezilen, yok sayılan kimliklerin parçası olmaktan onur duyduğu bir ülkeyi “aşkla örmeye” hizmet etmelidir. Bırakın da ötekisiz, ezilensiz bir ülkeyi birlikte sevelim. Bırakın da birlikte üzülüp birlikte sevinelim.

 

[*] Kars Spor eski Kalecisi, Sendikacı