YAPI-YOL SEN Merkez Yürütme Kurulu 25 yılında 17 Ağustos depremini unutmadık, doğa olaylarını felakete çeviren rantçı politikalara karşı barınma hakkını ve yaşamı savunuyoruz diyerek bir basın gerçekleştirdi.
Açıklamada, 17 Ağustos depreminin bir milat olması gerekirken rant uğruna muktedirlerin tüm uyarıları görmezden geldiği ifade edilirken, yaşanılan 6 Şubat felaketinde de aynı rant politikalarının sürdürülerek 50 Bin insanımızın canına mal olduğu vurgulandı.
YAPI-YOL SEN Merkez Yürütme Kurulu tarafından yapılan açıklamanın tamamı şu şekilde;
17 ağustos 1999 gerçekleşen ve tarihe Büyük Marmara Depremi olarak kaydedilen depremin 25. Yıl dönümündeyiz. Kayıplarımızın acısını hala derinden yaşadığımız bu büyük felaketin ardından bilim insanları, meslek örgütleri demokratik kitle örgütleri 17 Ağustos 1999 tarihinin deprem gerçeğiyle yaşamak zorunda olan bu coğrafyada bir milat olması gerektiğini ifade ettiler. Ancak rant hırsıyla gözleri körleşen muktedirler tüm uyarıları görmezden gelmeye devam ediyorlar. 17 Ağustos depreminden sonra 1 Mayıs 2003 Bingöl, 23 Ekim-9 Kasım 2011 Van, 24 Ocak 2020 Elazığ ve 30 Ekim 2020 İzmir depremlerinde gördük ki tüm uyarılara rağmen depremin yarattığı yıkımı ve can kayıplarını önlemek adına ülkemiz kayda değer bir gelişme gösterememiştir.
Ülkemiz yine 6 Şubat 2023 günü saat 04:17’de Kahramanmaraş merkezli depremle sarsıldı. Resmi rakamlara göre 50.000’nin üzerinde insanımızı kaybettik. Depremin etkilediği coğrafyada ülkemiz sınırları dahilinde 11 il merkezinde ve ilçelerinde deprem çok yıkıcı sonuçlara neden oldu.
Gerek deprem öncesi afetin yıkıcı etkisinin ortadan kaldırılması, gerek afet sonrası arama kurtarma ve iyileştirme çalışmaları, gerekse hasar tespiti, hasarlı binaların yıkımı ve kalıcı konutların yeniden inşası süreçlerinde sorumluluğu bulunan kurumlarda örgütlü olan sendikamız Büyük Marmara depreminin yıl dönümünde 6 Şubat depremlerinin deneyimlerini de içeren kapsamlı bir değerlendirme yapmayı görev olarak nitelemektedir.
Bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesi;
Doğa kaynaklı bir olay olan depremin afete dönüşmesinin en önemli sebebi tehlikenin risk değerlendirmesinin yeterince yapılmayarak önlemlerin zamanında alınmaması, acil durumun ortaya çıktığı anda etkin müdahalede bulunulamaması ve depremin gerçekleşmesinden sonraki süreçte iyileştirme faaliyetlerinin yeterince karşılanmamasıdır. Durdurulması imkânsız olan deprem başta olmak üzere tüm doğal tehlikelerin afetlere dönüşmemesi, can kayıplarının önlenmesi ve ekonomik hasarların ve risklerin en aza indirilmesi için Afet Risk Yönetimi planları yapmak ve uygulamak merkezî ve yerel idarenin temel görevleri arasındadır. Şubat depremleri sonrasında devletin kurumlarınca depremin “asrın felaketi” olarak tanımlanması, Afet Risk Yönetim Planları yapma ve uygulama görevi olan devletin (merkezî ve yerel idarenin) görevini yapmadığının itirafı niteliğindedir.
AFAD Başkanlığı’nın resmi internet sitesini incelediğimizde Türkiye Afet Müdahale Planı ve il ölçeğinde İl Afet Müdahale Planlarının olduğu rahatlıkla görülebilir ancak görünen o ki, bu ülkede Afet Risk Yönetim Planları, yani ana hatlarıyla hazırlık, önleme ve risk azaltma, afete müdahale ve iyileştirme planları, afet öncesinde hazırlanması gereken planlama çalışmalarının tümü ya kâğıt üzerinde hazırlanmış ya da bu planları uygulayacak kurumlar, tehlikenin farkına varmamış ya da işlevsiz haldeler.
Depremin vereceği zararı en fazla etkileyen faktör yapıya ilişkin olanlardır. Yapının yaşı, tipi, katı, yüzey alanına ilişkin e Şubat depremlerinde en fazla can ve mal kaybına sebep olan en önemli faktör ülkemizin yapı stoğuna ilişkindir.
Yani, devletlerin görevi, insanların yaşama hakkını güçlü bir şekilde korumak için bütünlüklü bir Afet Risk Yönetimi Sistemi kurarak, toplumsal dayanıklılığı artırmak, kendi sınırları içinde yaşayan insanların her koşulda ve zamanda ayrım gözetmeksizin insan haklarına, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmelerini sağlamak olmalıdır.
Felaket Kapitalizmi;
İçinde yaşadığımız düzen kapitalizm ancak bu bütünlüklü tanıma bazen içinden geçilen dönem ve yaşanan olaylardan kaynaklı bazı dinamikleri öne çıkaran analizler yapılabiliyor. Dijital kapitalizm, gözetleme kapitalizmi ve felaket kapitalizmi gibi belli biçime odaklı analizler son dönemde sıklıkla duyduklarımız analizlerin başında geliyor.
Naomi Klein, felâket kapitalizmini, kapitalizmin savaş ve doğal afetlerin sonrasında özelleştirmeyi ve kuralsızlaştırmayı (kamusal denetimin kaldırılmasını veya zayıflatılmasını) savunan hali olarak tanımlıyor. Türkiye’de de devlet ve sermaye, birikimi hızlandırmak için iş birliği içinde felâketleri fırsata dönüştürüyor.
Deprem sonrasında çıkarılan planlı alanlar imar yönetmeliğinde ve 6306 sayılı Kanunda gerçekleştirilen değişiklikler tam bu kavrama karşılık gelmektedir. Yapılan düzenlemelerdeki öncelik kamusal ve güvenli bir barınma hakkı yerine tüm kamusal değerlerin metalaşması sürecinin hızlandırılmasına yönelik düzenlemelerdir. Mevcut iktidar yaşanan krizi kamusal olanın özele tahvil edilmesi ve ticarileşerek metalaşma süreci için bir fırsat olarak görmekte ve buna uygun düzenlemeler gerçekleştirmektedir.
Depremden Önce Yapı Stoğunun Durumu
En baştan ifade etmek gerekir ki ülkemiz gibi az gelişmiş ülkelerde kalitesiz yapı stoğunun ana nedeni sınıfsaldır. Dar gelirli yurttaşlarımızın barınma ihtiyacını (hakkını) karşılamak, başını sokacak bir ev inşa etme zorunluluğu ve çocuklarına, en azından onların barınma ihtiyacını giderecek, bir miras bırakma duygusu ile konutlar inşa etmektedirler. Oysa kentlerin inşası arsa üretiminden başlayarak binaların inşasına kadar iç içe geçmiş ve birbiriyle etkileşim içinde olan bilimsel ve teknik araştırmalar içeren bir süreçtir. Şüphesiz devletin mekânsal planlama, teknik mevzuatı bilimsel ilkelere göre düzenleme ve yapım sürecini denetleme alanlarında vazgeçilmez sorumlulukları vardır.
Ancak;
• AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana 3194 sayılı imar kanunu hükümetin ve yandaş müteahhitlerin çıkarları doğrultusunda defalarca değiştirilerek yamalı bohçaya çevrilmiştir. Bu değişikliklerle imar planı yapma yetkisi büyük ölçüde yerel yönetimlerden alınarak merkezi idareye devredilmiş ve çıkar çevrelerinin istekleri doğrultusunda şekillendirilmektedir.
• 2002 Yılından bugüne kadar tam dokuz defa imar affı yasası çıkarılmıştır. Bu suretle ruhsatsız, denetimsiz olarak inşa edilmiş her türlü yapıya hukuki meşruluk kazandırılmıştır. Özellikle 2018 yılında çıkarılan imar affı ile sadece hak sahiplerinin beyanı ile hiçbir akademik hizmet alınmamış, hiçbir denetimden geçmemiş her türlü yapıya ruhsat verilmiştir.
• Ülkemizde deprem gerçeği göz ardı edilerek merkezi idare ve belediyelerce hazırlanan imar planları belediye meclislerince sadece rant yaratmaya dayalı bilimsellikten uzak plan tadilatları ve kaçak yapılaşmaya açıkça göz yumulması yaşadığımız yıkıma yol açmıştır.
Açıkça görülmektedir ki yaşadığımız yıkımın asıl nedeni kanunun tasfiyesidir. Uygulanan neoliberal politikalarıdır. Piyasanın hizmetine sunulan kurum hizmetleri, devletin bir şirket gibi yönetilmesi, tüm ülkenin bir rant alanına dönüştürülerek sömürülmesidir. Yaşadığımız yıkım takdir-i ilahi olarak nitelendirilemez. Tam tersine neoliberal piyasacı politikaların sonucu olarak siyasaldır. Depremden ve sonrasında yaşanan krizden doğrudan etkilenen halk kesimlerinin ekonomik ve sosyolojik yapısına baktığımızda görülecektir ki durum sınıfsaldır.
Arama Kurtarma ve İyileştirme Çalışmaları Bakımından
Resmi rakamlara göre 6 Şubat depremlerinde 39.441 bina deprem anında yıkılmış, 271.982 bina ise aldıkları hasar nedeniyle kullanılamaz hala gelmiştir. Şüphesiz depremde ilk yıkılarak enkaz haline gelen kurum devletin afet durumlarında hızlı ve etkin müdahale bulunabilmesi için kurulmuş olan AFAD’tır.
• AFAD’ın resmî sitesinde yer alan 2022 yılı faaliyet raporunda kurum bünyesinde arama ve kurtarma teknisyeni norm kadro sayısının 2150 kişi olduğu yazılıdır. Yine aynı raporda 2150 kişilik norm kadronun ise sadece 1704’ünün dolu olduğu yazılıdır. Şubat depremlerinden çok kısa bir süre önce AFAD Başkanlığınca 7433 sayılı Kanun kapsamında sözleşmeli olarak kuruma 881 arama kurtarma teknisyeni alımı gerçekleştirilmiştir. Şubat depremleri gerçekleştiğinde ülkedeki tüm arama ve kurtarma teknisyeni sayısı 2500 civarındadır ve bu sayının 3’te 1’i ise neredeyse göreve yeni başlamış deneyimsiz personelden oluşmaktadır. AFAD’ın yürütmekte olduğu olağan işler dolayısı ile bu 2500 personelden olaya müdahale edebileceklerin sayısında da düşüş yaşanmaktadır. Ortalama olarak bir arama kurtarma faaliyetinin sağlıklı ve düzenli yapılabilmesi için kurulacak ekiplerin 10-14 arası AKT’den oluşması gerektiği düşünüldüğünde aktif olarak çalışabilecek ekip sayısı 100-120 arasındadır. Şubat depremlerinde enkaz haline gelen ve acil müdahale gereken bina sayısı en iyi tahmin ile 40.000 binadır. Çok iyi ve etkin bir şekilde koordine edilmiş olsa dahi 100-120 adet ekip ile bu çapta bir yıkıma müdahale edilmesi imkansızdır. Kritik ve hayati olan bu çapta bir yıkım oluşmaması için kısa-orta-uzun vadede bütünlüklü bir planlama yapılasıdır.
• AKP döneminde liyakatsiz yöneticilerin kamu kurumlarına atanması genel bir sorundur. Ancak AFAD özelinde bu durum ayyuka çıkmıştır. Afet yönetimi, arama kurtarma, sivil savunma eğitimi ve tecrübesi olmayan çoğu diyanet kökenli idareciler merkez ve taşra teşkilatlarında görevlendirilmiştir. Bu durum kurumun depremin en kritik zamanlarında müdahale ve koordinasyon görevlerini yapmasına engel olmuştur.
• Personel yetersizliği liyakatsiz yöneticilerin süreci yönetememesi, afet öncesi hemen hiçbir ciddi hazırlığın olmayışı deprem sonrası en kritik 72 saatte hiçbir alanda organize çalışma yapılmamış olması, kriz merkezleri kurulamaması nedenleriyle arama kurtarma çalışmalarına başlanmamıştır. Çöken binaların enkazlarında kurtarılmayı bekleyen yurttaşlarımız devletin kurumlarının organize olmayışı nedeniyle göz göre göre hayatını kaybetmiştir.
• AFAD’ın afet anında kullanılması için geliştirdiği yazılım deprem afetinin yaşandığı ilk 3 gün sistem hatası vermiş ve ihtiyaç duyulan anda çalışmamıştır.
• Afete ilk anda müdahale etmesi gereken silahlı kuvvetlerin siyasi nedenlerle kışlalarında tutulması durumu arama kurtarma çalışmaları ve yardım organizasyonunun koordinasyonunu olumsuz etkilemiştir.
• Depremin ilk günü “Yap-İşlet-Devlet” modeliyle yapılan ve özel şirket tarafından işletilen Niğde-Adana yolu kar nedeniyle saatlerce kapalı kalmış, bu nedenle karayolundan deprem bölgesine ulaşmaya çalışan arama kurtarma ekiplerinin, gönüllülerinin ve yardım konvoylarının ulaşımı sağlanamamıştır. Yolu açık tutması gereken şirketin karla mücadele için gerekli ekipmanı bulundurulmadığı anlaşılmıştır. Kamu hizmetlerinin tasviyesinin yıkıcı sonuçları bir kez daha görülmüştür.
• Depremde sağ kalmayı başarabilmiş yurttaşlarımız özellikle depremin ilk haftasında kaderleriyle baş başa bırakılmış, en temel yaşamsal ihtiyaçları karşılanmamıştır. Kışın en soğuk günlerinde barınma, beslenme, temiz su, ısınma, giyecek gibi en temel insani ihtiyaçlar deprem illerine devletten önce ulaşan Demokratik Kitle Örgütlerinin dayanışma çalışmaları ile karşılanmaya çalışılmıştır.
• Deprem sonrası ülke genelinde dayanışma ruhuyla toplanan yardım malzemelerinin ihtiyaç olan yerlere ulaşılması konusunda sorumluluğu bulunan siyasi iktidarın AFAD ve yerel kamu yöneticileri eliyle yardım konvoylarına el koyduğunu ve Demokratik Kitle Örgütlerinin, muhalif belediyelerin çalışmalarına engel olduğunu ibretle izledik. Kızılay’ın ise en hızlı şekilde afet bölgesine ulaşmak yerine yardım kuruluşlarına çadır, su, gıda malzemesi sattığına şahit olduk.
6 Şubat Depremleri ve sonrasında yaşananlar göstermiştir ki siyasi iktidarın ve yerel yönetimlerin böyle bir krizi yönetmek adına hiçbir ciddi hazırlıkları bulunmamaktadır. Bu durum binlerce yurttaşımızın en kaz altında göz göre göre ölümüne yol açmıştır. Hayatta kalmayı başarabilenler ise bugün bile en temel insani ihtiyaçlara ulaşmak konusunda sıkıntı çekmektedir.
DEPREM SONRASI BARINMA
• Resmi rakamlara göre depremden etkilenen illerde 350 Çadır Kentte 645 bin çadır ve 414 konteyner kentte 215 bin 224 konteyner kurulmuştur. Bu alanlarda yaşayan yurttaşlarımızın sayısı yaklaşık olarak 3 Milyon 200 bin kişi civarındadır.
• Deprem bölgesine alelacele kurulan geçici yerleşim alanları inşa edilirken hiçbir standartlara uyulmamış, bu nedenle alt yapı hizmetleri bakımından yetersiz kalınmıştır. En ufak yağışta bile çadırkentler ve konteyner alanları sular altında kalmaktadır.
• Derme çatma kurulan elektrik altyapısı nedeniyle geçici barınma alanlarında sık sık yangınlar çıktığı görülmektedir.
• Deprem nedeniyle kentlerin alt yapısı büyük hasar görmüş. Bu nedenle içme ve kullanma suyu ihtiyacı ulaşımda yaşanan sorunlar baş göstermiş ve halen bu sorunlar güncelliğini de korumaktadır. SES ve TTB’nin hazırladığı raporda da görüleceği üzere salgın hastalık riski giderek artmaktadır.
HASARLI BİNALARIN YIKIMI – ENKAZ KALDIRMA
• Deprem sonrası enkaz kaldırma çalışmaları hiçbir bilimsel ve teknik kurala uyulmamakta, ayrıca yapı enkazlarında bulunan ağı metal, asbest, tehlikeli kimyasal ve toksik içeriklerin insan sağlığına olan etkisi dikkate alınmadan çalışmalar sürdürülmektedir.
• Atık depolama alanları plansızca belirlendiğinden dolayı yeraltı suları ve tarım arazileri ciddi zararlar görmüştür.
• Depremden etkilenen iller en kadim yerleşim alanlarının üzerinde yer almaktadır. Bu nedenle tarihi değeri olan pek çok kültür varlığımız depremden etkilenen şehirlerimiz üzerinde yer almaktadır. Bu alanlarda yapılacak çalışmaların bilimin ışığında çok dikkat gerektiren bir şekilde yapılması gerekirken siyasal iktidar ve onun yandaşı müteahhitler züccaciye dükkanlarına giren fil misali kültür varlıklarımızı yıkıp yok etmektedirler. Bunların gözünde kültür varlıklarımızın hurda demir kadar değeri olmadığı görülmektedir.
KALICI YERLEŞİM VE KENTLERİN YENİDEN İNŞASI
• Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre deprem bölgesinde yıkık, acil yıkılacak, ağır hasarlı ve orta hasarlı bina sayısı 311 bin 333 ve bu binalarda bulunan bağımsız bölüm sayısı 848 bin 110’dur.
• Bu yapılarda bölgenin karmaşık mülkiyet ilişkileri de göz önüne alındığında hak sahipliği tespiti ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Bu konuda deneyimsiz kamu personeli eliyle acele ile yapılmaya hak sahipliği tespitleri geri dönülemez hak kayıplarına yol açmaktadır.
• Depremin hemen sonrası siyasi iktidar bir yıl içinde kalıcı konutların tamamlanarak yurttaşlarımıza teslim edileceği iddiasında bulunmuştur. Ancak resmi verilere göre bir yılın sonunda yapılması planlanan konutların ancak %18’inin teslim aşamasına getirildiği görülmektedir.
• Kalıcı konutların yapımında kentlerin tarihsel ve sosyal dokusu dikkate alınmamaktadır.,
• 7471 sayılı kanun ile bölgesel yapı rezerv alanları oluşturularak rant bölgeleri yaratılmaktadır. Bu kanunla en temel hak olan kişisel mülkiyet hakkı yok sayılmaktadır.
SONUÇ OLARAK, TESPİTLERİMİZ
• İmar yasası değişikleri, imar afları, yerel yönetimler eliyle yapılan imar plan tadilatları ve kaçak yapılaşmaya göz yumulması yaşadığımız yıkımın ana sebebidir.
• Liyakatsiz yöneticiler, cemaat ve tarikatların ablukasına sıkışmış AFAD kurumsal misyonunu gerçekleştirmekten uzaktır.
• Alelacele kurulan geçici yerleşim alanları her türlü altyapıdan yoksun, güvenliksiz ve insan sağlığı açısından eksikliklerle doludur.
• Depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen depremden etkilenen yurttaşlarımızın sağlıklı beslenme, içme suyu ve barınma gibi en temel ihtiyaçları karşılanamamaktadır.
• Başta Antakya olmak üzere yıkılması gereken binaların yıkımı henüz tamamlanmamıştır. Yıkım ve atık depolama işlemleri her türlü standart yok sayılarak sürdürülmekte, insan sağlığı, hayvan ve bitki habitatı büyük zarar görmektedir.
• Depremden etkilenen illerden 5 milyonu aşkın yurttaşımız başka illere göç etmiştir. Dört ücretli çalışandan biri işsiz kalmış, beş iş yerinden biri kapanmıştır. Depremin yarattığı sosyo-ekonomik sorunların çözümü için hiçbir adım atılmamaktadır.
• İllerin mülkiyet alışkanlıkları göz ardı edilerek yürütülen hak sahipliği belirleme işlemleri pek çok hak kaybına neden olmaktadır.
• Şehirlerin tarihsel ve kültürel mirasları, kadim yaşam alışkanlıkları göz ardı edilerek sadece rant odaklı bakış açısıyla ruhsuz beton yığınları şeklinde şehirler oluşturulmaya çalışılmaktadır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
• 6 Şubat depremlerinin yarattığı deneyim göz önünde tutularak başta imar mevzuatı olmak üzere bilim insanlarının, akademik meslek odalarının ve demokratik kitle örgütlerinin katılımı ile yeniden oluşturulmalı, piyasanın ve müteahhitlerin çıkarları yerine halkın yaşam ve barınma hakkı öncelenmelidir.
• Yapısal planlama ve yapı üretimi her aşamasında başta TMMOB olmak üzere kamusal denetime açılmalıdır.
• Başta deprem bölgesi olmak üzere tüm ülkede bilimin ışığında, rant politikalarından uzak kamusal bir bakış açısıyla kentsel dönüşüm planlanarak sağlıksız yapı stoğu bir an önce planlanmalıdır.
• AFAD’ın kurumsal yapısı gözden geçirilerek siyasal iktidarın cemaat ve tarikatların etkisi ortadan kaldırılmalı, lokal ve bölgesel afetlere hızlı müdahale edebilecek yapıya kavuşması sağlanmalıdır.
• Türkiye Acil Müdahale Planı (TAMP) bilim insanları ve demokratik kitle örgütlerinin katılımı ile acilen güncellenmelidir.
• AFAD’ın personel sayısının yetersizliği göz önüne alınarak başta arama kurtarma teknisyeni kadrosu olmak üzere personel ihtiyacı giderilmelidir.
• Tüm düzeylerde arama kurtarma ve ilk yardım eğitimleri verilmelidir.
• Deprem sonrası yardımların toplanması ve ihtiyaç olan yerlere zamanında ulaştırılmasını sağlamak amacıyla demokratik kitle örgütleri ve yerel yönetimlerin aktif yer alacağı koordinasyon kurulları oluşturulmalıdır.
• Geçici barınma merkezleri demokratik kitle örgütlerince sürekli denetlenmeli, eksiklikler ilgili kurumlar ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
• Depremden etkilenen şehirlerin başta su şebekesi ve kanalizasyon olmak üzere altyapı hasarlarının giderilmesi için baskı oluşturulmalıdır.
• Enkaz kaldırma ve depolama çalışmalarının bilimsel, ulusal ve uluslararası standartlara uygun bir biçimde yapılması için kamuoyu baskısı oluşturulmalı, insana ve doğaya zarar veren yöntemler teşhir edilmelidir.
• Zarar gören tarihi kültür varlıklarının yok edilmesine izin verilmemeli yerel halk inisiyatifleri ile birlikte yakından takip edilmelidir.
• Bu amaçla yerel halk inisiyatifleri ile birlikte mücadele yürütülmeli ve dayanışma içinde olunmalıdır.
• Siyasal iktidar yıkılan kentlerimizin yeniden inşa sürecinde rantı önceleyen bir yöntem uygulamaktadır. Kentlerimizi yeniden inşa ederken tarihsel, kültürel ve sosyal yapıyı korumak öncelikli görevimiz olmalıdır.
Sağlıklı bir çevre ve barınma hakkı için bilimin ve aklın ışığında toplumun tüm kesimleri ile birlikte akademiden sokağa tüm mücadele unsurları kullanarak bir hat inşa edilmelidir. 17 Ağustos 1999 ve 6 şubat 2023 depremleri başta olmak üzere tüm depremlerde vahşi kapitalizmin rant uğruna katlettiği canlarımızı saygıyla anıyoruz. Bir emek örgütü olarak halkımızın sağlıklı ve güvenli konutlarda barınma hakkı mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.
YAPI-YOL SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU