Yeni Bir Yol Yaratmak… (Raşit ARAZ)

Yeni Bir Yol Yaratmak… (Raşit ARAZ)

PAYLAŞ

28-29 Kasım 2020, Eğitim Sen Genel kurulu sonrasında çokça duyduğumuz “Yeni Bir Yol” terimi aslında biten, bitmekte olan; çöken, çökmekte olan ile doğan, doğmakta olan arasındaki çelişkinin bir başka ifadesidir diyebiliriz. Olayları anlamak ve yorumlamak, daha da ötesi olaylara yön verebilmek açısından bakış açımızı değiştirmemiz iyi olacaktır. Çünkü “şeyleri ve onların zihindeki yansımalarını, temel olarak karşılıklı ilişkileri, birbiriyle bağıntıları, hareketleri, doğuş ve yok oluş koşulları içinde ele” alırız.  “Nitel değişmelerin rastgele değil, görünmeyen ve yavaş yavaş oluşan nicel değişmelerin doğal sonuçları olarak ortaya çıktığını” biliriz. “Her şeyin olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişi ve bir geleceği, ölen bir yanı ve gelişen bir yanı” olduğunu ve “gelişmenin karşıtların savaşı anlamına” geldiğini diyalektik bize söylüyor. Biz istesek te istemesek te sendikal hayatımızın bir bölümü çürüyor, ölüyor ve yeni bir sendikal yaşam çok cılız da olsa çürüyen yanımızdan filiz veriyor…

Bu yeni sendikal yaşamda geleneksel sendikal örgütlenmelerin yeri olmayacak. Sınırlandırılmış, sınırlı bir alanı kapsayan, parçalanmış bir emek siyasetini yavaş yavaş ta olsa emeği bütünleştirecek şekilde “bütünlüklü emek örgütlenmeleri” haline getirmemiz gerekmektedir. Sendikal hareket emeğin birleşik gücü olarak yeniden örgütlenirken her iş kolundaki tüm güvencesizler, değişik istihdam şekillerine sahip olup ta aynı işi yapanlar aynı örgüt formlarında birleşik mücadele verecek şekilde bir araya gelmelidir. Örneğin, okullarda; öğretmenler, stajyerler, sözleşmeli öğretmenler, memurlar, müstahdemler, İŞKUR’dan atanan işçiler, Okul Aile Birlikleri vasıtasıyla istihdam edilenler, kantin vs. yerlerde gündelik alarak çalışanlar, okullarda görevlendirilen güvenlik elemanları aynı çatı altında örgütlenmelidirler. Bir okulu bir işyeri olarak düşünürsek bir işyerinde bu kadar çok istihdam şekli olmaz. Emeğin birleşik mücadelesi esastır.

Sınıf refleksleri ve sınıfsal talepler, post modernizmin sol içinde etkilediği yapılarda ortaya çıkan etnik kimlik, dinsel aidiyet, kültürel birlik politikalarını arka plana atıyor.  Tüm emekçilerin mevcut düzene karşı olan tepkileri emeğin birleşik mücadelesi anlayışıyla sınıf temelli kitlesel hareketler haline getirilebilinir. Etnik veya dinsel kimlik eksenli, kültürel birlikleri temel alan değil, işçi sınıfının tarihsel ve dünyayı değiştirmeye muktedir gücünü gören ve üretim ilişkilerini kavrayan bir sendikal yaşama ihtiyacımız var.

Emek-sermaye çelişkisi kendi karmaşık yapılanmasında “toplumsal olanı üretim ilişkilerinden hareketle açıklar.” Sınıf mücadelesi elbette sermayenin kimlik-kültür tahakkümüne karşı mücadeleyi de içerir.  İçerisinden sınıf mücadelesi çıkarılmış kimlik-kültür mücadelesi ise atları arabanın arkasına bağlamak gibidir. Devletli uygarlıklar ile demokratik uygarlıklar arasında olan çelişkiyi temel çelişki olarak tespit etmek komik bir safsata olmanın ötesinde devleti ve faşizmi üretim ilişkilerinden soyutlayarak mevcut sendikaları bile sivil toplum kuruluşu olarak görür. Sendikaların üzerine kendilerini var edeceği şey sınıf mücadelesidir.  Sınıf mücadelesi ise iktidarı hedefler…

Sendikalar “güvencesiz, esnek istihdam biçimlerinin arttığı, çok parçalı bir istihdam yapısının hâkim kılındığı bir emek rejimi karşısında” örgütlenme biçimlerini değiştirmelidirler.  Bürokratikleşme ve sendika yönetimlerinin sınıfa yabancılaşması  (Örneğin iki dönem KESK MYK’sında görev yapan birinin üçüncü dönem Eğitim Sen MYK’sına geçmesi gibi) sendikacılığı bir meslek haline getiriyor ve sendikaları yozlaştırıyor. Emeğin birleşik gücü olan sendikalar ise işyerlerinden örgütlenmeli, emekçilerin söz ve yetki sahibi oldukları, kararların işyeri meclislerinden çıktığı, aktif bir şekilde tabandan gelen meclis kararlarının sendikaların temel pratiğini oluşturduğu, doğrudan seçim ile delege işlerinin olmadığı bir forma dönüşmelidir. İşyeri meclisleri, işyeri temsilcilerinin meclis temsilcisi haline dönüşmesi şubelerin ve genel merkezin işleyişini düzenler ve piramidi emekçilerin en üstte olduğu hale getirir, ters çevirir. Sınıf ayırımını, emek-sermaye çelişkisini temel alan, kendi dışındaki toplumsal hareketlerle kendi ilkeleri doğrultusunda ittifaklar kuran, işyerlerini, esas alan, emek hareketini politikleştirmeye çalışan bir sendikal hayata ihtiyacımız var.

“Sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışındaki kitleselleşme farklı kimlikler ve kimlik talepleri arasında bir eklemlenme ve ittifak ilişkisini hali hazırda varsayar. Kültür ve kimlik sorunları ve diğer çelişkiler üzerinden ittifaklar geliştirmek sınıf mücadelesini netleştirmeyi ve daha derinlikle kavramayı, her bir talep ve çelişkiyle diyalektik bağ kurmayı sınıf mücadelesinin temel görevi sayar. Farklı kimliklerin çatışmasıyla artan sömürü biçimlerini göz ardı etmeden, etnik köken, dil, din, mezhep, cinsiyet, cinsel yönelim ayırımı gözetmeden tüm çalışanların kapsanması, sermayenin toplumu parçalama stratejisine ve her durumda farklı araçlarla kendini bir sınıf olarak yeniden üretmesine karşı bütünlüklü bir mücadeleye” ihtiyacımız var.


Not: Metin içindeki alıntılar YOL Dergi 8. sayısında (Aralık 2020) yer alan “KESK ve Emek Hareketi” başlıklı yazıdan yapılmıştır.