Ticarileşen Sağlığın Sefaleti ve Kapitalist Sistemin Kırılganlığı (Kemal IRMAK)

Ticarileşen Sağlığın Sefaleti ve Kapitalist Sistemin Kırılganlığı (Kemal IRMAK)

PAYLAŞ

Eğitim alanında çalışan bir Eğitimci olarak sağlık sistemi üzerine bir yazı yazmak, kendi açımdan elbette bir çok eksiği barındırıyor. Lakin baştan şunu ifade edelim ki, sağlık alanında yaşananlar sadece sağlıkla ilgili değil. Sağlık, bir hizmet alanı olarak sınıf mücadelelerinin, farklı sınıf yapılarının, etkileşimlerinin bir sonucu olarak tezahür etmektedir. Tam da bu nedenle, mevcut sağlık yapılanmasından sağlık hizmeti alan -almaya çalışan- biz yurttaşların fikirlerimizi belirtme imtiyazımız vardır, olmalıdır.

Dünyada kapitalizm ve onun sağlık ağı ciddi bir kriz yaşıyor. Ama krizin faturasını hep emekçiler ve yoksullar ödüyor. Aslında kriz, krizi yaratanları vurmalı. Ancak hiç de böyle olmuyor. Bugün dünyanın karşı karşıya kaldığı covid-19 salgını, evet sınıf tanımıyor. Virüs herkese bulaşabiliyor. Fakat salgına karşı alınması gereken sağlık hizmetlerini önce zenginler alıyor. Fakir daha sonra… Tehdide rağmen çalışmak zorunda bırakılıyor. Yoksa işini kaybediyor. Daha çok yoksullaşıyor. Çalışmazsa aç kalıyor. Her yerde mi? Evet maalesef kapitalist düzende her yerde….

Bakın dünyanın muktediri Amerika’da sağlık hizmetleri tamamen serbest piyasa koşullarında, özel sigortacılık esas alınarak yürütülüyor. Sağlık sigortasından yoksun çok ciddi bir kitle var. Halkın büyük çoğunluğu mevcut sağlık hizmetlerine tepkilidir. Bu alan ABD emperyalizminde buhran ve bunalımın en belirgin alanıdır. Sağlık sigortasından yoksun olanlar(ki büyük bir çoğunluğu siyahidir) sağlık hizmeti alamamaktadır. Aslında sağlık alanına büyük bütçe ayırmaktadır ABD. Fakat bütçeden zenginler büyük oranda faydalanmaktadır. ABD Ulusal Sağlık Kuruluşu sağlık sistemi için, ”ABD Sağlık sistemi, ileri kapitalist ülkeler arasında en az yararlı ve en kötü kalitede olanıdır. Ama en pahalı, en karmaşık, en bürokratik ve en etkisiz olanıdır da.” değerlendirmesini yapmıştır.

Corona salgının diğer bir üssü, merkezi haline gelen Avrupa ülkesi İtalya’da da kısmen farklılıklar olsa da sağlık hizmetleri büyük oranda serbest piyasa koşullarının altında ve denetiminde yürütülmektedir. Aslında İtalya 1978 yılında Komünist Parti’nin ve diğer sol partilerin ortaklaşması ve desteği ile ciddi bir sağlık reformu yapmışlardır. Bu sağlık reformu İtalya’ya çok ciddi bir Ulusal Sağlık Hizmeti getirmiştir. Bu sağlık Reformu yerel yönetimlere de sağlık hizmetlerini yürütme yetkisi vermiş, merkezi yapıyla da ortak yürütmüşlerdir. Üstelik Batı’da sağlık hizmetlerinde özelleştirme eğiliminin yoğun yaşandığı bir dönemde yapılan bu reformla kamusal sağlık hizmetlerine yönelmiştir İtalya. Koruyucu ve Önleyici sağlık hizmetleri, tedavi edici sağlık hizmetlerinden daha öncelikli olmuştur. Ancak hız kesmeden yürütülen sağlıkta özelleştirme İtalya kamusal hizmetlerine de ciddi bir darbe vurmuştur. Aslında kısmi farklılıklar olsa da Kapitalist ülkelerde durum üç aşağı beş yukarı aynı. Sadece sosyalizm tehdidine karşı, Keynesci politikalarla sosyal devlet olgusuna yönelen Avrupa ülkelerinde kısmen sosyal politikalar eşliğinde bir takım iyileştirmeler söz konusudur. Onlardan da her geçen gün vazgeçilmektedir. Küreselleşme çağı her şeye farklı bir boyut getirmiştir.

Küreselleşme ile birlikte Dünya çok uluslu küresel güçlerin elinde her geçen gün biraz daha küçülmektedir. Dilden dine, kültürden cinsiyete, sağlıktan eğitime, adaletten bilime kadar her şey alınıp satılabilir bir metaya dönüşmüştür. Küreselleşme 1970’li yıllarda ciddi bir krize giren kapitalizmin ideologları tarafından bir makyaj olarak 1990’lı yıllarda ortaya atılan bir terimdir. Sermayenin ideologları, reel sosyalizmin de yıkılışı ile birlikte; sınıf hareketlerinin ortadan kalktığını, sınıf mücadelelerinin gereksizleştiğini, söyleyerek bir yandan sermaye girişimlerini aklama, diğer yandan örtük bir şekilde kapitalizmi sınırsız bir şekilde palazlandırma hamlesine dönüştü.

“Küreselleşme ile birlikte artık fırsat eşitliği gelmiştir”, “evrenselleşme sürecine girilmiştir”, “ceberrut devlet anlayışından nihayet kurtulunacaktır”, “sivil toplum ve birey özgürlüğünün önü açılacaktır” gibi bir dizi yaldızlı laflar edilmiştir. Bu yaldızlı argümanlarla solun içinde de ciddi bir kafa karışıklığına yol açmışlardır. Oysa küreselleşmenin altından, küresel boyutlu açlıklar, eşitsizlikler, yoksulluklar, işsizlikler, güvencesiz milyonlar, yerel ve bölgesel çatışmalar ve çok ağır bir despotizm çıkmıştır.

Türkiye Ortadoğu Forumu Vakfı, Kuruluş Bildirgesinde; “Kapitalist Küreselleşme Çağının tüm ideolojik saldırılarının bir tek amacı var: İnsanı Tarih öznesi olmaktan çıkarmak. Amaç insanın iradi müdahalesini gereksiz, anlamsız, boşuna bir çaba olduğunu genel bir bilinç kategorisi haline getirmektir. Sermayenin küresel saldırısından zarar görenler aynı zamanda bilimsel bilgiye ihtiyacı olanlardır. Zira gerçeğe ihtiyacı olanlarda, bilime ihtiyacı olanlar da onlardır. Ve devrimci olanda sadece gerçeğin kendisidir. Kapitalist Küreselleşme sürecinde her şey metalaşırken, beyinsel faaliyetlerinde metalaşması kaçınılmazdır. Dolaysıyla aklın ve iradenin kurtarılmaya ihtiyacı vardır.” tespitini yapmıştır. Bu çok önemli bir tespittir. Bugün bilimsel bir dünyadan uzaklaştırılan milyonların aklı ve iradesi ipoteklidir ve kurtarılmaya ihtiyacı vardır gerçekten.

Ülkemizde maalesef bu küresel yönelim politikalarına ilk katılanlar arasında. 24 Ocak Ekonomik Kararları, küresel yönelim politikalarına uyumun ilk adımı oldu. Hayata geçirmek içinde 12 Eylül faşist askeri darbesi yapıldı. İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan’ın başını çektiği küreselleşme politikalarına Özal’ın ekonomik programı eşlik etmiştir. Özal hükümetleriyle Türkiye ekonomisi, politik ve hukuki üstyapısını sermayenin bu küresel yönelimleriyle bütünleşme hamlelerini hızlandırmıştır. Özelleştirme, esnekleştirme, örgütsüzleştirme (sendikasızlaştırma) gibi temel hedefleri olan küreselleşme hamleleri sonraki hükümetler tarafından hız kesmeden devam etmiş, AKP döneminde de moda deyimle pik yapmıştır.

Sosyalist dünyada (ülkelerde) sağlık hizmetlerinin nasıl yürütüldüğüne dair de kısa bir yolculuk yapmakta fayda var. Lakin bu yolculuktan önce sosyalist bir ülkede olması gereken sağlık politikasının olmazsa olmaz ilkelerine de göz atmak zihin açıcı olacaktır. Herkese eşit ve parasız olmalı; Sağlığa ayrılan pay ve kişi başına düşen sağlık harcamaları yüksek olmalıdır; Kişi başına düşen hekim, sağlık personeli, hasta yatak sayısı yüksek olmalıdır; Koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerine öncelik verilmeli, bunun içinde tıbbi araştırmalara özel önem verilmelidir; Sağlık hizmetleri, merkezi olarak planlanmalı, bölgeler arası ve kişiler arası eşitsizliğe sebep olmamalıdır; Hiçbir biçimde cins ayrımcılığı olmamalıdır; Halk tarafından denetlenebilir olmalıdır. Vb. Aslında bu sağlık ilkelerine bütün dünyada bütün insanlık sahip olmalıdır. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri bu ilkelerle hareket ederek sağlık alanında 1970’lere kadar ciddi ilerlemeler kaydetmişlerdir. Ancak yetmişli yıllardan sonra ilerletilememiştir. Küba, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri, bu hizmetlerin herkese eşit ve parasız sağlanması konusunda bugünde dünyaya örnek olmaya devam etmekte. İhtiyacı olan öncelikle yoksul ülkeler olmak üzere, bir çok ülkeye sağlık konusunda yardım etmeye devam ediyorlar.

Çin bugün liberal politikalara yönelmiş olmakla birlikte özellikle sağlık konusunda özel incelemeye tabi tutulması gereken bir ülke. Dünyanın en kalabalık nüfusuna ve çok geniş bir coğrafyaya sahip Çin 1949 devrim sonrasında çok kapsamlı bir sağlık politikası geliştirmiştir. Devrim öncesi çok kötü sağlık koşullarına ve çok sınırlı kaynaklarına rağmen Çin; sağlık hizmetleri ağını olağanüstü geliştirmiş olumlu bir örnektir. Corona Virüsünün ilk olarak Çin’de görülmesine ve çok kalabalık bir nüfusa sahip olmasına rağmen, erken tedbirlerle ve az kayıpla önüne geçmesinin altında sosyalist dönemde geliştirilen ve büyük oranda korunan kamusal sağlık hizmetleri ağının olduğunu söylemek gerekir. Bugün Avrupa Birliği içindeki ülkeler neredeyse birbirlerine kapıları kapatmaya çalışırken, gerek Küba’nın ve gerekse Çin’in dünyanın dört bir yanına sağlık malzemesi-ekipman gönderiyor olması bu alandaki sosyalist (kamusal) politikaların sonucudur. Diğer yandan belki çok az insanın bildiği Hindistan’ın Kerala eyaleti de sosyalizmle yönetilen bir eyalettir. Sağlık ağı Çin’le benzerlik göstermektedir. Corona virüsünü bizzat yerinde, Çin’de izleyen Kerala yönetimi aldığı tedbirler ve uyguladığı sağlık politikalarıyla Hindistan’da virüsün girmediği eyalet durumundadır.

Corona virüsünün belki de tek iyi tarafı mevcut siyasi ve sağlık sistemleri üzerinde bir turnusol görevi yapmış olmasıdır. Bu virüs sadece insan yaşamını, toplumsal hayatı etkilemekten öte, çok ciddi bir şekilde ekonomik hayata da zarar veriyor. Kapitalist sistemi ve bilimsel olmayan yaklaşımları çokça tartışılır kılarken fazlasıyla yoksulları vurmakta. Çelişkileri belirginleştirmekte. Ara vermeden ve durmadan sömürü düzeni üzerine kurulan Kapitalist ekonomik yapı ciddi şekilde etkilenmekte. Bu nedenle işçilerin, insanların hayatını hiçe sayarak işletmelerini kapatmıyorlar, kapatmak istemiyorlar. İşte “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık” denilen şey bu. Ölenler bu düzen için bir şey ifade etmiyor. Daha da fazlasını (milyonları) ilaç ve silah sektöründeki karları uğruna zaten öldürüyorlar. Onları tedirgin eden insanların ölümü değil; Kapitalist ekonomik düzenin ölümü. O nedenle de alınan ekonomik tedbirlerde ciddi bir sınıf karakteri göze çarpıyor. Sermaye kesimlerine büyük oranda yardım edilirken, emekçilere “işine git” deniliyor.

Fakat görülen, tartışılan öngörülen odur ki; salgın sonrası hayatın yeni bir dünyaya doğru evrileceğidir. Bilimden, bilimsellikten ve emekten yana fikri üstünlüğün yaşanacağı bir dönemin ipuçları hissediliyor. Diğer yandan küresel ve ulusal ekonomilerde büyük kırılganlıkların, işsizlik oranlarında büyük artışların, toplumsal alan da ciddi memnuniyetsizliklerin yaşanacağı aşikar. Bu durum beraberinde baskıcı, faşizan, despotik rejimlerin çokça boy göstereceği bir döneme de işaret ediyor.

İlda Alçay 29 Mart tarihli BirGün Pazar ekindeki yazısında “Küreselleşen dünyada artan bireyciliğe ve yalnızlığımıza karşı aslında ortak bir kaderin bileşenlerini oluşturuyoruz” diye yazmıştı. İşte bu küreselleşen dünyanın yoksullaştırdığı, işsiz ve güvencesiz bıraktığı, ayrımcılığa uğrattığı ve yalnızlaştırdığı milyonların birlikteliğini oluşturmaya aday kutup yıldızlarına ihtiyacı var dünyanın.

KEMAL IRMAK, Eğitimci