Köstebeklerin yılansı kıvrılışları – Murat Müfettişoğlu

Köstebeklerin yılansı kıvrılışları – Murat Müfettişoğlu

PAYLAŞ
Marx (da) devrimci süreçleri yerin altında ilerleyen yaşlı köstebeğin faaliyetlerine benzetir. Köstebek, düşmanının zayıf anını kollayan devrimci özneden başkası değildir. Amacını bilir ve asla pes etmez; azimle ve kararlılıkla yerin altını kazar durur. Aslında gelmekte olanı hazırlamaktadır.

Muhalif paradigma hakkında ne kadar cümle kurulursa o kadar iyidir. Kapsama alanının genişlemesi ve geleceğe eklemlenebilmesi için bu gereklidir. Marx üniversite yıllarında Genç Hegelcilere katılmış, ardından koca Hegel felsefesini ters-yüz ederek Marksist paradigmanın temellerini atmış, o da 20.yy’da pek çok düşünür tarafından zenginleştirilmiştir. Antonio Negri o düşünürlerden biridir.

2013 senesinde İstanbul’da verdiği ‘Yeni özgürlük ve özne biçimleri’ konulu konferansta kendisine ve diğer konuşmacı Judith Revel’e sorduğum soruya verdikleri yanıtlar hakkında üç bölümlük bir yazı dizisi tasarlamıştım, paylaşmak bugünlere kısmetmiş. Okumakta olduğunuz yazı üçüncü ve son bölümdür, tahminimce tartışmaya en açık olanıdır. Zira ilk iki bölüm -Negri’nin spesifik söylemlerinden ziyade- ilerici politikanın ilkesel bağlamıyla ilgili olduğundan tartışma alanının dışına düşmüştü. Özetlemek gerekirse:

‘Yeni tezlerle bağ kurmanın bir risk değil kurucu ilke olduğunu; bir tezin iyi niyetli olup olmadığını anlayabilmek içinse tez sahibinin geçmişte ödediği bedellere ve yaşarken aldığı risklere bakılabileceğini iddia etmiştik. Öte yandan, ideolojik hatların tıpkı damarlar gibi zamanla sertleşip tıkanabildiğini, bu yüzden kimi geleneksel tezleri sorunsallaştırmak gerektiğini, zira ‘toplumsal gerçeklik ile gerçek eylemlilik’ arasına girerek politik yabancılaşmaya neden olabildiklerini vurgulamıştık(1). Bununla birlikte geleneksel olan ve fakat mevcut şartlar gereği anakronik sayılamayacak kimi yöntemlerin hâlâ işe yaradığını, dolayısıyla fiili durumdan bağımsız bir ‘özgürlük ve öznellik’ girişiminden söz edilemeyeceğini iddia etmiştik. Ekonomi-politik süreçler arasında hem devamlılık hem de yadsıma ilişkisi olduğunu, eski tezlerin geçerliliklerini tamamen yitirmedikleri gibi, yeni tezlerin de ‘gerçeklerin’ dışına düşmediklerini ifade etmiştik(2).’

Negri’ye göre küreselleşmeyle beliren ve küreselleşmeyi belirleyen (yeni) emperyal zemine bağlı olarak farklı muhalif gruplar ortaya çıkmıştır. Bunlar büyük oranda özerk yapılardır ve özerklikleri olumlanmalıdır. Diğer yandan muhalif alanın çatlaklarını doldurabilecek esnekliklerden de söz eder, onu da ‘yılansı kıvrılışlar’ olarak betimler. ‘Yılansı kıvrılışla’ neyi kastettiğini anlamak için Hegel’in ‘yaşlı köstebek’ metaforunu hatırlamakta yarar var:

Hegel, ‘Tarih Felsefesi Dersleri’ adlı eserinde tarihin tinini toprağın altında ilerleyen bir köstebeğe benzetir. ‘Yaşlı köstebek’ beklenmedik anlarda ortaya çıkarak insanları şaşırtır, dahası köklü değişimlere neden olur. Filozof bu metaforu şöyle açıklar: ‘Toplumsal bilinç çoğu zaman kendinin bilincinde değildir ve fakat kendisiyle içten içe çelişki halindedir. Bahse konu çelişki olmazsa toplumsal ilerleme de olmaz’.

Marx (da) devrimci süreçleri yerin altında ilerleyen yaşlı köstebeğin faaliyetlerine benzetir. Köstebek, düşmanının zayıf anını kollayan devrimci özneden başkası değildir. Amacını bilir ve asla pes etmez; azimle ve kararlılıkla yerin altını kazar durur. Aslında gelmekte olanı hazırlamaktadır.

Negri, egemenlik ve sömürü ilişkilerinde yaşanan değişimlerden ötürü işçi sınıfının yapısının ve mücadele tarzlarının da değiştiğini belirterek köstebeğin tarihsel misyonunu tamamlandığını iddia eder. Michael Hardt ile kaleme aldıkları İmparatorluk’ta şu ifadelere rastlarız:

‘Bazı emek ücretli bazısı değildir; bir kısım emek fabrikaya hapsedilmiş, bir kısmı toplumsal alanın tamamına yayılmıştır. Ancak hepsi kapitalist disipline ve kapitalist üretim ilişkilerine tabidir. Bu “yeni proletaryanın” yapısına ve ifade ettiği mücadele biçimlerine yakından bakmak gerekir… Yerel/özerk olmalarına rağmen küresel hegemonyaya doğrudan karşı çıkabilmekte, ekonomik ve politik mücadele arasındaki geleneksel ayrımı parçalayarak aynı anda hem ekonomik, hem politik, hem de kültürel tepkiler verebilmektedirler. Dolayısıyla bunlar biyo-politik, yani hayatın biçimi üzerine yürütülen kurucu mücadelelerdir… Öyle görünüyor ki, günümüzün İmparatorluğuna geçiş döneminde köstebeğin kazdığı tünellerin yerini yılanın sonsuz kıvrılışları almıştır(3).’

‘Yılansı kıvırılışlar’ günlük yaşamda (emperyal) baskıyla doğrudan çatışan tikelliklerin kesintisiz ‘aşındırma hareketleridir’. Tikelliklerden teşekkül topluluğu ise çokluk olarak adlandırmaktadırlar. Negri’ye, ‘Sınıf kavramıyla ikame ettiğinizi düşündüğüm çokluk kavramını örneklendirir misiniz?’ diye sorduğumda bir anekdottan söz etmişti:

Japonya’da arkadaşıyla caddede yürürken bir grup insanın nükleer karşıtı eylemine tanık olmuş. ‘2011’deki depremin ve peşinden gelen tsunaminin neden olduğu nükleer felaketin boyutları hakkında bilgim vardı’ diye de ekledi. Eylemcilere sokulup ‘Siz kimsiniz?’ diye sorduğundaysa şaşırtıcı biçimde ‘Biz çoğunluğuz’ cevabını almış. ‘Söylemlerimde vurguladığım çokluk demeseler de kim oldukları belliydi. Onlar -sağ ve sol paradigmalardan bağımsız olarak- ciddi bir sorun karşısında ortak refleks gösteren tikelliklerdi. Onlar Çokluk’tu’ dedi.

Judith Revel’in söylediklerine gelince: Direnişin ve çatışmanın 68’lere kadar fabrikada yaşandığını ancak bugün kapitalizmin 24 saat her yerde olduğunu ve kendini var eden değerleri de sürekli üretmeye devam ettiğini belirtti. ‘Kapitalizm, hayatın, öznelliklerin ve potansiyel direncin değişmesiyle -68’e cevap olarak- kendisini dönüştürmüştür. Muhalifler olarak yapmamız gereken; günlük varoluşumuzla ve kesintisiz işbirliğiyle(kooperasyon) değer üretmek ve direnmektir. Bu açıdan internet ve bilişsel emek son derece önemlidir’ diyerek sözlerini bitirdi.

O gece konferansta aldığım notları bilgisayarıma aktarırken, eşim de kendi bilgisayarında işle ilgili bir raporu yetiştirmeye çalışıyordu. Sabah 06:00’da kalkıp 06:50’de servise yetişecekti, kaçırırsa bir buçuk saatlik aktarmalı bir yolculuk onu bekliyordu. Peşinden ben çıkıp işe gidecektim. Yanıbaşımda isteksizce tuşlara vururken, ben arzuyla ve öfkeyle yazıyordum. Belki de irili ufaklı milyonlarca köstebeğin yaptığını yapıyordum. Aslında Negri de köstebeği tamamen yok saymıyordu. Konferanstaki konuşmasının bir yerinde kurduğu şu cümleyi özellikle sona sakladım:
‘Kapitalizmin her krizi kendi içsel çelişkilerinin altını çizdiği gibi, çokluğun kırıcı hareketlerini de olgunlaştırmaktadır. Köstebek içerden kemirmektedir!’

(1) Müfettişoğlu, 2013’te Negri İstanbul’daydı, BirGün Pazar
(2) Müfettişoğlu, Gecikmiş öznellik gelmeyen özgürlük, BirGün Pazar
(3) A. Negri & M. Hardt, İmparatorluk, Ayrıntı yayınları

Kaynak: Birgün