Şu 1950 yılı…-Guray ÖZ

Şu 1950 yılı…-Guray ÖZ

PAYLAŞ

Enstitülerin işlevsizleştirilmesi, nihayet kapatılması sürecinin ilginç kilometre taşları vardır. Birincisi Hasan Ali Yücel’in ve İsmail Hakkı Tonguç’un komünist ilan edilmesi; ikincisi enstitülerin komünist yetiştirme merkezleri olarak propaganda edilmeleridir.

Niğde’nin Aksaray ilçesine bağlı Nurgüz köyü ilkokulunun tek öğretmeninin kapısını o gün, yani 1950 Ocak ayının sonlarında bir gün jandarmalar çaldı. Derdest edip götürdüler; jandarma komutanı da fazla bir şey bilmiyordu, “kitap mı yazmışsın ne” dedi. Öğretmenin yazdığı kitabın yayımlandığından haberi yoktu; böylece öğrenmiş oldu o da. Bir telaş köye gelen Niğde Valisi İbrahim Tevfik Kutlar öğretmeni de, köylüleri de artık nasıl bir kızgınlıksa “bitli misiniz, çıplak mısınız, aç mısınız” diye haşladı. Aslında açlık da bit de vardı köyde. Öğretmeni Aksaray’a götürdüler müddeiumuminin-savcının karşısına çıkardılar. Öğretmenin Demirci köyündeki baba evine giden jandarma oradaki kitapları da derdest gözaltına almış, savcının odasının ortasına yığmıştı. Öfkeli savcı da “neden Türk köylüsünün gönül zenginliğini, misafirperverliğini, askerlik severliğini yazmıyorsun da böyle sapıklıklar yapıyorsun” diye başlamıştı sorgusuna.

Öğretmen 30 Mart’ta tutuklandı.

Köy öğretmenin adı Mahmut Makal’dı. Bizim Köy adıyla yayımlanan kitap, ayda bir Yaşar Nabi Nayır’ın Varlık dergisine gönderdiği, Nayır’ın da çok beğendiği “Bir köy öğretmenin notları” başlıklı yazılardan oluşuyordu. Bu notlar Bizim Köy adıyla 1950 Ocak ayında Varlık Yayınları arasında basılmış, ama yazarının henüz haberi olmamıştı. İstanbul’da çıkan kitabın yazarına ulaştırılması kolay değildi o yıllarda. Makal kitabın yayımlandığını jandarmalardan öğrendi. Türkiye tarihinde en önemli yıllardan birisi olan 1950 yılının ocak ayında Bizim Köy kitabı nedeniyle deyim yerindeyse kıyamet kopmuştu.

Hani bunun çekici?

1950 yılı neden bu kadar önemliydi ki? İktidar partisi o yıl sağa doğru gerilerken 1946’da seçimleri kazandığını iddia eden, hileden yakınan, belki de doğrudur, Demokrat Parti, adına layık bir parti olduğunu gösterme çabasındaydı. Tek parti dönemini sona erdirmek için ister istemez demokrat olmak ya da görünmek gerekiyordu. Sola sempatiyle yaklaşmada ihtiyatlı adımlar atan, devlet partisi olduğunu hiçbir zaman unutmayan DP’nin en ileri adımlarından birisi solcularla birlikte bir dergi çıkarma girişimiydi; ilk sayıdan sonra yayımlanması mümkün olmayan Görüşler dergisine solcu aydınlarla birlikte Celal Bayar’ın katkıda bulunma sözü çabucak unutulmuştu. O sıralarda sıkı bir fırka gazetesi olan Cumhuriyet gazetesi Görüşlerin G’sini Orak’a benzeterek, “hani bunun çekici?” diye manşet atınca DP de devlete geri dönmüştü.

 

Tam da o günlerde köy öğretmeni İvriz Köy Enstitüsü’nden mezun Makal’ın kitabı DP’ye ne kadar “demokrat” olduğunu gösterme fırsatı verdi. Köy enstitülerini kuran parti toprak ağalarının şikâyetlerini dikkate alıyor, Maarif vekili Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç gözden düşüyor, enstitülerin kapatılması kampanyası hız kazanıyordu. CHP yitirmeye başladığı halk desteğini İslamcı eğilimlerle flört ederek kazanabileceğini düşünüyordu. Bugünlerde insan tarih tekerrür mü ediyor diye düşünmeden edemiyor. Zincirli Hürriyet gazetesinde Mehmet Ali Aybar bu gelişmeyi, “bu ana kadar inkılapçılığı ve laikliği ile övünen bu parti politik yaşamının en kritik döneminde kurtuluşunu dine sarılmakta buldu” diye yazıyordu. Bizim Köy’e DP sahip çıktı. Yaklaşan seçimler için yoğunlaşan seçim propagandasında kullanmaya başladı. Bu durum CHP’deki “ılımlıları” rahatsız etti. Daha sonra “gerekirse özgürlüklerin üstüne bir şal örteriz” dediği için adı “şalcı”ya çıkan Nihat Erim “kitabı okudum çok yararlandım” diye bir demeç verdi. Makal’ın serbest bırakılması için formüller aranmaya başlandı ve sonunda mahkeme “Makal’ın yaratılıştan kötümser olduğunu ama kötümserlik diye bir suç olmadığı için serbest bırakılmasına” karar verdi.

Sonun başlangıcında

Ama aynı günlerde köy enstitülerinin kapatılması için adımlar hızlanıyor, öncelikli olarak da eğitim programları, müfredat değiştiriliyor, örneğin bu okullara artık yalnız köylerden değil ilçelerden de öğrenci alınmasını öngören yasa değişikliği onaylanıyordu. Tonguç görevden alındı, İktidar da muhalefet de enstitüler üzerinde tepinmeye başladı. Kabine değişiklikleri birbirini izledi. Sonunda İslamcı Şemsettin Günaltay’ın başbakan koltuğuna oturması ile politika değişikliği resmileşti. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri DP kazandı. Makal’ı tutuklatan vali duruma hemen uyum sağlayacak, sıkı İnönücülükten hızla vazgeçecek, İnönü’yü Balıkesir’e sokmamakla ünlenecek ve Gaziantep senatörü olarak Meclis’e girecekti. Köy enstitülerinin kurucusu Tonguç’u oğlu Engin Tonguç bu yazıda yararlandığım “Bir eğitim devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç” adlı kapsamlı eserinde bu durumu ve sonucu şöyle özetledi: “Seçimlerle birlikte 27 yıllık CHP iktidarı devrilmişti. Eğitim alanında verilen ödünler, laik öğretim ve öğretim birliği ilkelerinin zedelenmesi, ilköğretim atılımının durdurulması, köy enstitülerinin harcanması seçimi kazanmaya yetmemişti.” (sf.601)

Enstitülerin işlevsizleştirilmesi, nihayet kapatılması sürecinin ilginç kilometre taşları vardır. Birincisi Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ve Tonguç’un komünist ilan edilmesi; ikincisi enstitülerin komünist yetiştirme merkezleri olarak propaganda edilmeleridir. Akla sığmaz iftiralarla yoğun bir karalama kampanyası eşliğinde toprak ağalarının ve Süleymaniye Medresesi müderrislerinden Başbakan Günaltay’ın isteği ve desteği ile “vazife” tamamlandı. Üniversitelerdeki solcu hocaların, kimi öğrenciler de kışkırtılarak görevlerini son verildi. Nazım’ın hapisliği devam ediyordu, Sabahattin Ali öldürüldü. Daha sonra Samet Ağaoğlu’nun notlarından anlaşıldı ki Menderes Hükümeti bu cinayetin devletin üstüne kalmaması için neler yapabileceklerini kendi aralarında epeyce konuşmuşlardı. 1950 yılına iktidarın DP’ye devredilmesine Türkiye böyle hazırlandı. Seçim kampanyası sırasında “demokrat” Demokrat Parti yavaş yavaş rengini belli etmeye başlamıştı zaten. CHP’nin sağa kayması, devlet imkanlarını kullanması, İslamcı Başbakanın çabaları işe yaramamıştı. Menderes hükümetinin Maarif Vekili Tevfik İleri önceki yıllarda sıkı bir Enstitü hayranı Nazım’dan şiirler okuyan bir gençti. Politikaya girmek istemişse de bu isteği gerçekleşmemişti. DP iktidarında bu amacına ulaştı ve eski günlerini hızla unuttu. Kendini kanıtlamak için de elinden geleni yaptı. Örneğin “öğrenmenler arasında 300-400 komünistin bulunduğunu bunları da kısa zamanda halledeceğini” ilan ediyor, Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müzik Bölümü’nün havadan resmini çektirerek yapının orak çekice benzediğini Meclis kürsüsünden kanıtlamaya çalışıyordu.

***

Böylece Demokrat Parti iktidarı on yıl sürecek iktidarında CHP’nin hazırladığı zemin üzerinde rahatça ilerleyecek, tarikatlarla “al takke ver külah” pazarlıklarla iktidarını sağlamlaştıracaktı. Sonrası yine CHP tarafından döşenmiş yolda, Amerikancılıkta koşar adım ilerleyecek, Kore’ye asker gönderme kararını Meclis’e danışmadan alacak, CHP döneminde ön hazırlıkları yapılmış NATO üyeliği ile soğuk savaşta Türkiye’ye biçilen elbiseyi giyecekti. Türkiye 18 Şubat 1952’de NATO üyesi oldu. Kurtuluş Savaşı ve kuruluş yıllarının dost ülkesi sanayileşmeye katkıları büyük olan Sovyetler Birliği ile ilişkiler uzunca bir süre Soğuk Savaş’ın kuralları gereği gergin kaldı.

1950, Türkiye tarihinin önemli bir dönemecidir. 82. kuruluş yılı kutlanan köy enstitülerinin tasfiyesi de karanlığa gömülmenin işareti olarak tarihe geçti… Büyük ve başarılı bir denemeydi köy enstitüleri. Hâlâ konuşuluyor, kapatılmalarının ne kadar büyük bir ihanet olduğu anlatılıyorsa nedeni işte budur.

BirGün Pazar’dan alıntılanmıştır.