Kaldığımız yerden değil… – Güray Öz

Kaldığımız yerden değil… – Güray Öz

PAYLAŞ
Peki devrim neyle yapılır? Devrim insanlarla yapılır. Üretim sürecini ellerinde tutanlarla yapılır, haklarını almak için kararlı davranmayı bilenlerle, kararlı davranmanın bir siyaset olduğunu, devrimin de siyasi bir iş olduğunu bilenlerle yapılır.

Okuyacağınız yazı, devrim üzerine “serbest vezin” bir yazıdır. Bu türden yazılara gereksinim olduğu düşüncesiyle yazıldı. Tuhaf bir cümleyle başlaması bu nedenle hoş görülmelidir.

Devrimi sürdürmek için… Önce devrim yapmak gerekir. Devrimin sürekliliği ise düzene dönüşmesine izin vermemekle mümkün olabilir. Kurtuluş döneminin makbul sloganlarından birisi “durmayalım düşeriz” idi. Durduk ve düştük. Peki, Kurtuluş’un, Kuruluş’un, imparatorluktan, şeriat hukukundan laik, aydınlanmacı bir cumhuriyet çıkaran köklü dönüşümün anti-emperyalist, kimilerine göre niyet ölçüsünde de olsa anti-kapitalist olduğunu ısrarla savunanlar şimdi ne düşünüyor? Devrim olarak anılmayı hak eden bu dönüşümün geleceğini, teorik, pratik, programatik olarak öngören sosyal demokrat, sosyalist, komünist partiler, hareketler, siyasete oradan buradan müdahil olanlar, sivil güçler, hala var olduğunu söylediğimiz ünlü yüzde 50’den umutlarını kesmeyenler, gidişe dur diyebilecek, varsaydığımız potansiyeli ayağa kaldırabilecekler mi? Devrimin kazanımlarını sıfırlamaya yeminli olanlarla mücadeleyi kazanabilecek, “nihayete” -o da ne?- erdirebilecekler mi?

Burada bırakalım; devamı yazının sonunda.

Devrim düzen olursa
Genel olarak devrimlerin devrime gereksindiği fikri üzerinde çok düşünüldü, çalışıldı. Devrimin aşamalısına, taksitlisine, borçlusuna, senet sepete bağlanmışına inanan da pek kalmadı. Konuya dönelim, parantezi kapatalım. Devrimleri sürekli kılmanın koşulu, koşulları vardır. Uydurmayacağım, konuya vakıf pek çok arkadaşın ya da kaynağın söylediklerini sanki ben bulmuşum gibi söyleyecek, yineleyeceğim.

Kuramdan Sonra adlı kitabında (Literatür Yayınları. sf.9) “Ama devrim yapmak bir şeydir, devrimi sürdürmek başka bir şey” diyordu Terry Eagleton. Ne umut kırıcı söz. “Hele o günler gelsin, o zaman düşünürüz, bakarız zor mu kolay mı” diyelim mi? Demeyelim, çünkü Eagleton’un sözlerinin devamı oldukça ilginç, neredeyse ikna edicidir. Uzundur özetleyelim: “… tarihte bazı devrimlerin doğumuna sebep olan unsurlar, o devrimlerin nihai çöküşlerinin de sebebi olmuştur. Lenin Bolşevik Devrimi’ni olanaklı kılan nedenlerin başında, Çarlık Rusya’sının geri kalmışlığının geldiğine inanıyordu. (…) İktidar yaygın değil merkeziydi, gönüllü değil dayatmacıydı; iktidar tamamen devlet aygıtının elinde toplanmıştı; dolayısıyla onu yıkmak demek, egemenliği bir çırpıda ele geçirmek demekti. Ancak bu aynı yoksunluk ve geri kalmışlık, devrimin yenilgisine de zemin hazırlayacaktı.” Eagleton’un Ekim Devrimi’nin 70 yıl sonraki yenilgisi ile ilgili sözlerine katılmak mümkün değil, ancak Çarlığın devrilmesiyle ilgili yorumuna, “karşı oy” yazısını ihmal etmeden katılabiliriz. Devrim sanıldığı kadar kolay olmadı. Devrimin yerleşmesi ise oldukça uzun süren bir iç savaştan sonra ancak mümkün olabildi. Yine de bu benzetmede ufuk açıcı bir yan var.

Üçüncü Dünya’nın zor işleri
Ece Temelkuran’ın Venezuela izlenimlerini anlatan kitabının adı, “Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita”ydı. Halkın coşkusunu, “devrim” günlerini yaşıyor olmanın heyecanını yaşayan Venezuelalıları anlatıyordu. Venezuela, emperyalizmin, kuşkusuz işbirlikçi burjuvazinin petrol şirketlerinin yoğun baskısı altında kaldı. Liderler önemlidir, kararlılığı aktarabilirler, heyecanı yaygınlaştırırlar; Venezuela liderini, devrimi, sosyalizmi Fidel Castro gibi yolda büyük ölçüde de ondan öğrenmiş, kararlı, heyecanlı Hugo Chavez’i çabuk yitirdi. Onun ölümünden sonra gelenler devraldıkları görevi uzlaşmalarla koruyabileceklerini sandılar; yani durdular, düşmek üzereler. Benzer bir durum, Yunanistan’ın başına geldi; bir devrime kapı açabilecek, gelişebilecek, kitlelerin desteğini alabilecek bir dönüşüm seçimleri kazanan koalisyonun radikal davranamaması nedeniyle, bu kez Avrupa Birliği’nin yoğun baskı ve şantajı ile yenilgiye uğradı.

Terry Eagleton tezini, şimdi artık böyle anılmayan “Üçüncü Dünya” ülkeleri üzerinde sınıyor. Ekim Devrimi ile ilgili yargısından daha gerçekçi, daha öğreticidir. Yine uzun, kısaltılarak alalım: “Benzer bir kader, yirminci yüzyılda kendilerini Batı’nın kolonyal hükümranlığından kurtarmayı başaran çoğu ulusun başına da geldi.” Ve devamı, “Batı kapitalizminin bu sefer çok daha saldırgan biçimde yeniden yapılanan versiyonu, ulusal-devrimci bağımsızlık yanılgılarını çok pahalıya ödetti.” Bu yenilginin nedenleri konusunda tezini yineleyen Eagleton, bir başka önemli nedeni de oldukça karışık bir örgü içinde dile getirir. Anlaşılıyor ki, ulus devlet olma hedefine ufku daraltarak ulaşanların temel yanılgısı, elde ettiklerinin tehlikeye girmesini önleme “kaygısıyla” ya da bahanesiyle, sınıfları “unutmayı” seçmeleri, bu seçimle de emperyalizmle uzlaşma kapılarını sonuna kadar açmaları oldu. Batı ile uzlaşarak ayakta kalma stratejisi, “tamam artık duralım” parolasının devamı doğal olarak geldi, düşme trendi başladı. Eagleton, Üçüncü Dünya’nın yenilgisinden sonra gözlerin sınıf ve ulustan etnisite meselelerine çevrildiğini, etnisitede de büyük oranda siyasetten kültüre doğru bir kaymanın öne çıktığını söyler.

Türkiye bir istisna mı?
Genellikle Üçüncü Dünya kategorisinde sayılmayan Türkiye gerçekten farklı mıdır bakalım. Şimdilik yanıtımız, emperyalizmin çok zorlandığı, hala mutlak bir zafer kazanamadığı, bunun da “Kurtuluş ve Kuruluş”un başarı hanesine yazılması gerektiğidir. Ulus, sınıflar, etnisite meseleleri Türkiye’nin hala önemli, yaşamsal, geleceğini belirleyecek meselelerdir. Eagleton’un tezini yineleyelim; bazı devrimlerin doğumunu kolaylaştıran unsurlar o devrimlerin nihai çöküşlerinin de sebebi olabilir.

Türk Devrimi bu tezi doğruluyor mu? Genel olarak evet, özel olarak hayır. Kurtuluş, anti-emperyalist, aydınlanmadan esinlenen burjuva demokratik karakterdeki bir dizi, hala etkileri yok edilememiş atılımlarla sürdü.

Genel olarak şemaya uyuyor bu gelişme. Kazanımlar, Kurtuluş’un liderlerinin seçimiyle süreç içinde geliştirilen devlet kapitalizminin, sistemi yani Kuruluş’u belirlemesine engel olamadı. Sürekliliği sağlayabilecek, ufku açabilecek güçler öldürüldü ya da hapsedildi; inat vardı ama zayıf ve yetersizdi. Emperyalizmin müdahalesi de gecikmedi. Özeti, Türk Devrimi durdu. Etnisite meselesine kültürel olarak bile yaklaşmayı kabul etmedi, Emperyalistlerle uzlaşma kapılarını sonuna kadar açtı; düştü, düşmeye de devam ediyor. Düşüşü daha da hızlandırmak, temeli tümüyle yok etmek isteyenlerin zafere ulaşmalarına az bir şey kalmıştır.

Ama özel olarak, bu gidişi durdurmak, sürekliğini hiç unutmadan varolan, yok edilemeyen, geçen sürede darbelere rağmen ayakta kalmayı başaran, ideolojik olarak güçlenen temeli canlandırmak, yani devrimi sürdürmek yine de mümkündür. Ve artık hepimiz biliyoruz, devrimler tekrar edilemez, aynı frekansta sürdürülemez, geliştirmek, nitelik olarak sıçratmak şarttır.

Devrim kaldığımız yerden değil, geldiğimiz yerden yapılır.

Peki devrim neyle yapılır? Devrim insanlarla yapılır. Üretim sürecini ellerinde tutanlarla yapılır, haklarını almak için kararlı davranmayı bilenlerle, kararlı davranmanın bir siyaset olduğunu, devrimin de siyasi bir iş olduğunu bilenlerle yapılır. Devrim parçalarla değil, giderek bir araya gelmeyi başaran, bütünleşenlerle, ortaya çıkacak fırsatları küçümsemeyenlerle yapılır. “Sen de kimsin, nerden biliyorsun?” diyen olursa, baştan söylemiştim, bilenlere sordum, kitaplara baktım, onlardan öğrendim de kendim bulmuşum gibi yineliyorum şimdi:

Devrim durmayı düşünmeyenlerle yapılır.