İHTİYACIMIZ OLAN MUTEBER SENDİKACILIK¹ DEĞİL, EMEKÇİLERİN ÖZNE OLDUĞU BİR SINIF SİYASETİDİR- UĞUR...

İHTİYACIMIZ OLAN MUTEBER SENDİKACILIK¹ DEĞİL, EMEKÇİLERİN ÖZNE OLDUĞU BİR SINIF SİYASETİDİR- UĞUR KARSLI

PAYLAŞ

 

Emek hareketinin içinde bulunduğu krizi besleyen öznel sebeplerin başında sendikal alanın kimlik eksenine sıkıştırılması gelmektedir. Sınıf ve kitle sendikacılığı temelinde kurulan KESK’in merkezi yönelimlerinin – dönem dönem değişen yoğunluklarda- kimlik siyaseti ve sivil toplumcu bir çizginin etkisine girdiği de bir vakıadır. Bu olgu, 90’lı yıllarda yükselen kamu emekçileri mücadelesinin tarihsel öncüsü olan konfederasyonun kurucu ilke ve dinamiklerinde erozyona sebep olmaktadır. Ancak kimlik eksenli bu yönelimlerin sadece KESK’i etkisine aldığını düşünmek yanıltıcı olacaktır. Son dönemde yürütülen sendikal tartışmalarda KESK’in sınıf siyasetinden uzaklaşmasına yönelik getirilen haklı itirazların yoğunluğu; (esasen sınıfı değil) çoğunluğun kimlik, değer ve “hassasiyetlerini” temel alan, siyasal konjonktüre bağlı olarak büyüyen ve müesses nizamın sınırları içerisinde korunaklı bir muhalefet alanı vaat eden başka yapıların izlediği politikalarda sınıfsal yaklaşımların temel alındığı şeklinde bir yanılsamaya yol açabilmektedir.

Sendika değil siyasi iktidarın insan kaynakları şubesi gibi faaliyet yürüten Memur Sen, Cumhur İttifakının beka söyleminin borazanlığına soyunan Türkiye Kamu Sen ve son dönemde MHP’nin Kamu Sen’e direk müdahalelerine yönelik itirazlar üzerine bina edilen Hür Kamu Sen gibi konfederasyonların hepsi de belli düzeylerde (siyasal, cinsel, etnik, dini vb.) egemen kimlikleri kerteriz almaktadır. Ancak bu üç yapı buradaki değerlendirmenin dışında tutulacaktır. Bu yazı; özellikle Batı’da hitap ettikleri sosyolojik taban açısından geçirgenlik gösteren KESK ve Birleşik Kamu İş’in yaklaşımlarını ele alma ve bu değerlendirmenin ışığında gerçek anlamda sınıfsal bir ufka işaret etme niyetindedir.  

KESK’te kimlik siyaseti ve sivil toplumcu yönelimler

Ortadoğu’da ve ülkede Kürt sorunu bağlamında yaşanan gelişmelere paralel olarak KESK’in merkezi yönelimlerinde dönem dönem etnik kimlik vurgusunun arttığı bilinmektedir. Tabandaki aksi yönde basınca rağmen KESK’i ülkedeki konjonktürel siyasi gelişmelere ve hatta siyasi iktidarın Kürt Sorunu bağlamındaki hamlelerine (“Akil İnsanlar”) eklemlemeye çalışan bu tarz; örgütün kurucu ilkelerini, sendikanın varoluşsal eksenini büyük oranda örselemiştir. Sonuçları itibariyle örgütün hafızasında travma olarak yer eden, “sadece tarihe not düşme” iddiasıyla hayata geçirile(meye)n kimi grev ve başka eylemliliklerin sonucu olarak; bir dönemin en direngen ve mücadeleci emek örgütü olan KESK’in adeta işyerleriyle bağı koparılmış; konfederasyona bağlı sendikaların işyerlerindeki varlığı büyük ölçüde kurucu değer ve ilkelerine sadık kadrolarının etrafında kurulan güven ilişkisiyle sınırlı bir hale gelmiştir.  

Devrimci Sendikal Dayanışma Grubu 2017 kongreler sürecinde KESK’te bu yönde yaşanan eksen kaymasına “Yeniden KESK Yeni Bir KESK” broşüründe çizilen çerçevede müdahale etmeye çalışmıştır. Bu çerçevede KESK’in rotasını; “laiklik ve kamuyu kazanmaya”, emekçileri söz ve karar sahibi kılarak sendikal yabancılaşmayı aşmaya, işyeri temelinde sınıf ve kitle sendikacılığını büyütmeye, “siyasal mutabakattan kitle mutabakatına”, “kültür-kimlik taleplerini görmezden gelmeden taleplerle mücadele araçları arasındaki diyalektik bütünlüğe” çevirmeye çalışmıştır. Şube ve merkez organlarında süreci sınıftan doğru okuyan diğer yapılarla birlikte görev alan DSD kadroları; KESK ve bağlı sendikaların olağanüstü koşullarda gerçekleştirdiği 2017 kongrelerinde adeta “enkaz devralmıştı”. Bu koşullara rağmen KESK’in kurucu ilke ve değerlerini sahiplenerek yeniyi kavramaya çalışan bu müdahale ile sendikal yabancılaşma (üyelerin örgüte, emekçilerin sınıfa) durdurulmaya çalışılarak işyerlerinden doğru yükselen bir kitle mutabakatı çizgisi bilince çıkarıldı. Ancak meşruiyetini KESK’in kurucu ilke ve değerlerinden alan bu müdahale, sendikaların varoluşsal ekseni durumundaki emek-sermaye çelişkisini arkaik bulup sivil toplumcu bir çerçeveyi KESK’e giydirmeye çalışan kimi çevrelerin tepkisiyle karşılaşacaktı. KESK içinde; temelde kültür kimlik siyasetini ve sivil toplumcu bir yaklaşımı esas alan bir merkez ile genelde işyerlerinden doğru yükselen kitle ve sınıf mutabakatına dayanan bir yaklaşımı benimseyen dinamikler arasında süren bu tartışma tamamlanmış değildir…  

Ancak çoğunluğun kimliğine de “sınıf” denemez

Öte yandan KESK içinde yürüttüğümüz kimlik-sınıf tartışması, burada öne çıkan ezilen kimliklerin taleplerinden uzaklaşıldıkça doğal olarak sınıfa yaklaşıldığı şeklinde bir yanılsamayı ortaya çıkarmıştır. KESK’i yöneten ve yönlendiren kimi dinamiklerin ezilen kimliklerin taleplerini başat mücadele başlığı haline getirme ısrarı gibi, egemen kimlikleri, emekçilerin çoğunluğunun “hassasiyet” ve ana akım duygularını temel alan yaklaşımlar da sınıf-kimlik tartışmasının kimlik hanesinde değerlendirilmelidir. 

Güncel bir mesele olması itibariyle Öğretmenlik Meslek Kanununa yönelik eleştiri ve itirazların doğası ele alınabilir: Merkezi anlamda ÖMK’ya karşı güçlü bir direnişi örgütleme konusunda irade gösteremeyip fiili-meşru mücadele çizgisinin uzağına düşerek teslimiyetçi bir çizgi izlemesine rağmen Eğitim Sen’in ÖMK’ya karşı mücadele müktesebatı; –ana mücadele dinamiklerinin yanı sıra ortak kurucu değer ve ilkelere sadık kadrolarının da etkisiyle- kamuda dönüşüm, parçalı istihdam, güvencesizleştirme, öğretmenlikte kariyer basamakları gibi gelmekte olanın sınıfsal karakterini değerlendiren kavramları kapsamaktadır. Eğitim İş’in ÖMK’ya ilişkin öne çıkardığı temel unsur ise “Başöğretmen Atatürk” vurgusu olmuştur. Pek çok KESK/ Eğitim Sen kadrosu gibi “bu satırların yazarı” da; Atatürk’ü ilerici ve devrimci bir tarihsel şahsiyet olarak değerlendirmek ve Cumhuriyetin ilerici kazanımlarını sahiplenmekle birlikte, eğitim emekçilerine yönelik böylesi bir sınıfsal saldırıya dair “zaman ve mekandan münezzeh” bir kült haline getirilmiş Atatürk kimliğini öne çıkarmanın sınıfsallıktan uzak, çoğunluğun kimlik ve şükran duygusuna hitap etmekle yetinen bir yaklaşım olduğunu değerlendirmektedir. 

Sahada yaşanan örneklerde; “Hocam, siz de başı açık, modern görünümlü bir bayansınız neden sendikamıza gelmiyorsunuz” gibi ifadelerle üye yapmak adına emekçileri kimlik ve yaşam tarzı ekseninde parçalamanın da, Ortadoğu’da emperyalistlerin yarattığı savaş koşullarına dair söz söylemeden mültecileri nefret söylemiyle hedef haline getirmenin de, bu topraklarda yaşayan çeşitli kimlik ve kültürleri yok saymanın ve hatta ötekileştirerek kriminalize etmenin de … emekçilerin birliğine, sınıfın bütünselliğine ve bir arada yaşam iradesine hizmet etmediği aşikârdır. Emekçilere yönelik Millet ittifakının muhtemel iktidarına göre pozisyon alma iması da; sendikaların işverenden, siyasal iktidardan, hükümet ve devletten bağımsız olması ilkesiyle uyuşmadığı gibi, siyasal kimlik indirgemeciliği olarak da değerlendirilebilir. Cumhuriyeti sahiplendiği iddiasına karşın sendika takvimlerinde yeni rejimin kurucu efsanesi ilan edilen 15 Temmuz’un selamlanması ve 33 Canımızın yakıldığı Madımak Katliamının ancak “Madımak Olayları” diye anılabilmesi gibi örneklerde de görülebileceği üzere, müesses nizamın sınırları içerisinde, egemenlerin muteber gördüğü bu tarz; sınıf ve kitle sendikacılığına dair bir ufuk sunamaz. 

Farklılıklarla eşit-özgür bir şekilde bir arada yaşama perspektifi sunmayan, eşit yurttaşlığa tahammül edemeyen, emekçileri üretim araçlarıyla kurduğu ilişki ve işyerlerinde ürettiği emekle değil de –egemenlerin “muteber” gördüğü kimliklerle kavrayan, çoğunluğun kimliğine, değerlerine itibar etmeyi mutlaklaştırırken azınlık kimliklere mensup emekçileri yok sayan, ötekileştiren ve kriminalize eden hiçbir yaklaşımın sınıfı gerçek anlamda kapsama iddiası olamaz. 

Sınıfın kendisi sınıfsal mı bakıyor? 

Gelelim kamu emekçilerinin kendisine… Kamu emekçileri işçi sınıfının –zaman zaman hatalı bir şekilde dillendirildiği gibi- “kardeşi” değil,  bir parçasıdır. Üretim ilişkileri içindeki emekçiler işçi sınıfının bizzat “kendinde” olmakla birlikte, “kendisi için” bir bilinç sahibi olmayabilirler. Örneğin, emekçiler kamusal eğitim ve kamusal sağlık talebini değil, kimi sendikaların öncülük ettiği özel okul ve özel hastane promosyonlarını yeğleyebilirler. Gerçek çıkarlarının özgür bir grevli toplu sözleşme sürecinde değil, bankalarla yapılan promosyon sözleşmelerinde, “toplu sözleşme” ikramiyelerinde olduğunu düşünebilirler. Emekçilerin işyerinde söz, yetki ve karar sahibi özneler olması için mücadele edenleri “radikal” görüp, “şefle iyi geçinmekle”, daha avantajlı bir ders programıyla dönemi bitirmekle kendilerini imtiyazlı hissedebileceklerdir. “Dil farkı bilmeden, din farkı bilmeden” emekçilerin birliğini, halkların kardeşliğini savunanları kriminalize edip, müesses nizamın muteber gördüğü egemen kimliklere sarılabilirler… Yani işyeri gerçekliğinde emekçiler dar çıkarlarının peşine düşmüş olabilirler. Egemenlerin kimliklerle, farklı istihdam biçimleriyle parçaladığı sınıf gerçekliğini içselleştirmiş olabilirler. Kimlikleri merkeze almak isteyen, sınıf bütünlüğünden yoksun yaklaşımlara teslim olmuş olabilirler. 

Ne geçmiş tükendi ne yarınlar…

Devrimci sendikal kadroların tarihsel görevi, işyerlerinin verili koşullarına teslim olmadan bunları doğru bir şekilde kavrayarak mevcut durumu dönüştürmek için irade koymaktır. İşyerlerinde emekçilerin gerçek sınıfsal çıkarlarını bilince çıkaracak olan da bu kadrolardır. KESK’in kuruluşunda ‘Haklar yasalardan önce gelir’, ‘Kapıkulu değil kamu emekçisiyiz’ sloganlarıyla egemenlerin çizdiği sınırları aşan fiili meşru bir eylem tarzını yaratan da bu kadrolar olmuşlardır. Bunu başarmanın tek yolu da işyerlerinin emekçilerin söz yetki ve karar sahibi olduğu meclislere dönüştürülebilmesidir. Bugünün ihtiyacı; ezilen kimliklerin siyasal taleplerini temel alan indirgemeci yaklaşımlara karşı egemen kimlikleri esas alan muteber sendikaları işaret etmek değil, işyeri meclislerinde birleşik emek mücadelesini örmeyi hedefleyen bir sınıf siyasetidir.  

Uğur Karslı

Eğitim-Sen Eskişehir Şube

İşyeri Temsilcisi

………………………………………………………………..
¹Bir dönem Hayri Kozanoğlu’nun kullandığı “muteber solculuk” kavramına atfen kullanılan “muteber sendikacılık” kavramıyla, müesses nizamın sınırları içerisinde davranan, egemenlerin emekçilere sunduğu çerçeveyi meşru bir temelde sarsma iddiası olmadığından itibar gören, “siyasetsiz”, teknik ve mevzuatı esas alan bir sendikacılık tarzı anlaşılmalıdır