
“O köy bizim köyümüzdür…”
Ahmet Kutsi Tecer’in bu dizeleri Cumhuriyet’in -terk edilmiş- ütopyasını anlatıyordu. Şimdilerdeyse dezavantajlı bölgelerdeki çocukların nitelikli eğitim hakkı, eğitim emekçilerinin çalışma koşulları ve motivasyonları açısından mevcut gerçekliği tanımlamamıza yardımcı oluyor. Dezavantajlı bölgelerde işyerlerine yaptığımız sendikal ziyaretlerde sıkça gündeme gelen bir konudur bu: Bir yanda aile bütünlüğü, ulaşım imkanları, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel açılardan eğitim emekçilerinin hakları var; diğer yanda bu bölgelerde yaşayan çocuklarımızın nitelikli eğitim hakkı… Bu iki hakkın, açık-şeffaf-adil kurallara dayalı bir mekanizma üzerinden kurumsal bir istikrar içerisinde birleştirilerek değerlendirilmesi gerekiyor. Halbuki Maarif’in insan kaynakları şubesi gibi davranan sendikal yapılar, çoğu zaman sendikal-siyasal referanslara dayalı gri alanlara başvurmakta buluyor “çözümü” ve bunu temel bir “örgütlenme” alanı haline getiriyor: “Bize üye ol, senin görevlendirmeni merkeze yapalım.” Çeşitli gerekçelerle “bir yolunu bulup kendini merkeze atmak” isteyen çoğu genç eğitim emekçisinin çalışma hayatının başlarında en az bir kez duyduğu bir sözdür bu!
Atama takvimine bağlı olarak norm fazlası öğretmenlerin re’sen atanması çokça konuşuldu ve daha da konuşulacak gibi gözüküyor. Milli Eğitim Bakanlığı, bu zamana kadar uyguladığı atama ve yer değiştirme politikalarıyla özellikle belli illerde mazeret durumuyla gelen öğretmenlerin il emrinde birikmesine sebep olmuştu. Bu defa –norm fazlası öğretmen sayısını eritmek adına- re’sen tayin işleterek yeni mağduriyetler yaratmış durumda. Bir yandan da –norm fazlası havuzunu besleyen- (merkez) ilçe emri uygulamasının sürdüğünü hatırlatmakta fayda var: Yaz döneminde yapılan norm fazlası atamalar re’sen atamalarla boşalan norm fazlası havuzunu doldurmaya devam etti örneğin. Elbette geldiğimiz bu aşamada bunun basit bir çözümü yok. Atama ve yer değiştirme süreçlerinde birbiriyle ilişkili, birbirini etkileyen pek çok unsuru göz önünde bulundurma güçlüğü ortada. Örnek vermek gerekirse, aile birliğine dayanarak il emrine yapılan atamalar, yıllardır ilçede sıra bekleyen öğretmenleri mağdur edebiliyor. Kamusal bir sosyal güvenlik sisteminin tedricen tasfiye edilmesiyle “kuşa dönen” emekli maaşları sorunu derinleştiren başka bir konu örneğin… Halihazırda proje okul kadrosunda görev yapan öğretmenlerin hiçbir kural kriter gözetilmeksizin norm fazlası öğretmen havuzuna “atılması” bir başka örnek…
Pek çok olgunun iç içe geçtiği bu sorunu açık bir şekilde ortaya koymakla işe başlayabiliriz. O halde sade bir soruyla konunun kapsamını daraltalım: Sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel olarak veya ulaşım imkanları açısından dezavantajlı bölgelerde kim çalışacak? Bu konunun sendikal-siyasal referanslardan arındırılmış cevabı hizmet bölgelendirmesine dayalı “hizmet puanlarına” işaret ediyor. Milli Eğitim mevzuatında hizmet bölge ve alanları; “coğrafi durum, ekonomik ve sosyal yönden gelişmişlik düzeyi, ulaşım şartları ile hizmet gereklerinin karşılanması” gibi bir dizi kritere bakılarak sınıflandırılmış durumda. Bu konu Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin “Hizmet Bölgeleri, Hizmet Alanları ve Hizmet Puanları” başlıklı bölümünde ele alınıyor. Bakanlık söz konusu Yönetmeliğin 39. Maddesinde “zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen eğitim kurumlarının hangi kriterlere göre belirleneceğini” dahi detaylı bir şekilde tanımlıyor. Bu tanımlama ve sınıflandırmaya göre hizmet puanı sistemi işletiliyor. Ancak gri alanlar yaratan uygulamalarla bu mekanizma bir hayli örselenmişe benziyor.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bu sorunun adil çözümü kurumsal bir istikrar ile uygulan açık-adil-şeffaf kurallarla mümkün. İlke, “kurumlar” ve “kurallara” işaret ediyor elbette. Bu ilkeye ek olarak dezavantajlı bölgelerde çalışmanın teşvik edilmesi gerektiği kanısındayız. Hizmet bölgelerine dayalı puanlandırma? “Evet ama yetmez”; bölge esasına dayalı bir tazminat ve bölgesel (ilave) ücret sisteminin uygulanması gerektiğini düşünüyoruz. Bu önerimizi, mevcut mevzuatı irdeleyerek, dünyadan örneklerle geliştireceğiz.
Teşvikin kendisi yok, algısı var…
Maarifin gündemine en son 2004 yılında resmen geldi bu uygulama. Bakanlık 22 Şubat 2004 tarihinde web sitesinde yaptığı açıklamada; “Bazı Hizmet Bölgelerinde Görev Yapan Öğretmenlere Ek Ödeme Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı” hazırlandığını, hizmet bölgelerinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyleri dikkate alınarak farklı oranlarda ek ödeme tutarları belirlenip uygulanacağını duyurmuştu. Bahsi geçen taslağı o tarihten bu yana bir daha ne gören oldu, ne de duyan… Ancak şimdilerde kimi memur siteleri yaklaşmakta olan bir müjde algısı yaratmakla meşguller. Gerçekte ise 2004’te yapılan açıklamadan bu yana resmi bir gelişme yaşanmadı.
Özel hizmet durumuna göre devlet memurlarına ödenecek ek zam ve tazminatlara Bakanlar Kurulu’nun 2006/10344 sayılı “Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlara İlişkin Kararında” yer veriliyor. Kararın ekindeki cetvellerle konu detaylandırılıyor. İş güçlüğü, iş riski, temininde güçlük ve mali sorumluluk kategorilerinde verilen ek puanlarla görevler sınıflandırılmış durumda. Cetvelin eğitim-öğretim hizmetleri bölümü incelendiğinde, okul türlerine göre yönetici ve öğretmenlerin işgüçlüğü zam puanı değişmekle birlikte, sadece özel eğitim okullarındaki yönetici ve öğretmenlere “temininde güçlük zammı” uygulandığı görülecektir. Haklı gerekçelere dayanan bu tazminatın yetersiz olduğunu söylememize gerek yok. Buna ek olarak, dezavantajlı bölgelerde bazı durumlarda ücretli öğretmenlerin çalıştığı veya çalıştıracak öğretmen bulunamadığı düşünüldüğünde “temininde güçlük” kavramı bu bölgelerde öğretmen istihdamı açısından da derdimizi anlatan bir kavram. Kavram doğru ancak kavrama denk düşen tazminatların dezavantajlı bölgelerde çalışmayı özendirici olduğunu söylemek son derece güç.
Gelelim bu yazıyı kaleme almaktaki temel derdimizi oluşturan (coğrafi, ekonomik, ulaşıma erişim gibi yönlerden) dezavantajlı bölgelere göre ek ücretlendirme konusuna. Esasında söz konusu kararın 7. Maddesinde bölgelere göre verilecek ek özel hizmet tazminatı tanımlanıyor. Ancak kalkınmada öncelikli yörelere öngörülen bu tazminat, sadece teknik hizmetler ve sağlık hizmetleri sınıflarına dahil kadrolarla sınırlı tutuluyor. Bizler ise hem memleketin dört bir yanında eğitim gören çocuklarımızın nitelikli eğitim hakkını gözettiğimiz hem de zor koşullarda çalışanların ürettikleri emeğin karşılığını aldığı bir seçeneğin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Bu yaklaşımı desteklemek adına dünyadan örneklerle ilerleyelim…
Dünyadan örnekler…
Avrupa Eğitim ve Kültür Yürütme Ajansı bu konuyu “yer ödeneği” (location allowance) kavramıyla el alıyor. Ajansın hazırladığı “Avrupa’da Öğretmenlerin ve Okul Müdürlerinin Maaşları ve Ödenekleri – 2021/2022” başlıklı raporda; uzak veya kırsal bölgelerde veya dezavantajlı alanlarda çalışmayı teşvik etmek adına öğretmenlere yer ödeneği sağlandığı belirtiliyor. Yer ödenekleri genellikle öğretmenleri uzak veya kırsal bölgelerde ve sosyal açıdan dezavantajlı alanlarda görevleri kabul etmeye teşvik etmek için kullanılıyor. Yaşam maliyetlerinin ortalamanın üzerinde olduğu başkentler gibi bölgelerin bu kapsamda değerlendirildiği de aynı raporda belirtiliyor. Türkiye’de başkentin yanı sıra İstanbul gibi metropol şehirler de bu kapsamda ilk akla gelen bölgelerdir.
ABD’de ise söz konusu teşvikler eyaletler düzeyinde değerlendirilebilir. Bazı eyaletler ihtiyacın çok olduğu ve mahrumiyet bölgeleri olarak adlandırılabilecek yerlerde “fark ödemeleri” (“differential pays”) sunuyor. Buna ek olarak, ABD Eğitim Bakanlığı “Raise The Bar: Supporting Rural Communities” (Çıtayı Yükseltin: Kırsal Toplumları Desteklemek) başlıklı raporunda eyaletlere kırsal kesimde öğretmenlik yapmaya yönelik ek teşvikler sağlama çağrısında bulunuyor.
Avustralya’da kırsal kesimlerde çalışan öğretmenlere verilen teşviklerin (“rural teacher incentive”) yanı sıra iklim engeli bulunan, sosyo-ekonomik mal ve hizmetlerden ve motorlu taşıt erişiminden izole yerlerde çalışan eğitim emekçilerine yönelik ek ödenekler (“locality alowance”) sağlanıyor.
Almanya’da da eyaletten eyalete içeriği ve yöntemi değişmekle birlikte, genel olarak dezavantajlı bölgelerde/okullarda çalışan öğretmenlere yönelik ek ödemeler yapıldığı biliniyor. Sorunlu olduğu kabul edilen odak okullarda (“brennpunktschule”), “Brenpunkt-Zulage” (Odak nokta ek ödemesi) veya “Brennpunkt-Bonus” (odak nokta bonusu) isimleri altında ek ödemelerin zaman zaman gündeme geldiği biliniyor.
İngiltere’de Eğitim Departmanı diğer meslektaşlarına göre dezavantajlı bölgelerde çalışan belli branş öğretmenlerine dezavantajlı bölgelerdeki okullarda çalışmayı özendirecek bir teşvik (“targeted retention incentive payments”) sağlıyor.
Kanada’da eyaletlere bağlı değişiklikler olmasına rağmen genellikle dezavantajlı bölgelere öğretmen çekmek ve öğretmenleri o bölgelerde tutabilmek adına çeşitli teşvikler ve ek ödemeler uygulanabiliyor. Örneğin, British Columbia eyaletinde Eğitim ve Çocuk Bakanlığı yayınladığı bir basın bildirisinde izole bölgelerdeki belli okullara öğretmen başına 4 bin ile 10 bin dolar arasında teşvik verdiğini belirtiyor.
PISA sonuçlarına göre matematik, bilim ve okuma-anlama alanında uzun süredir ilk sıralarda yer alan Çin’de de kırsal ve zorlu bölgelere yönelik yaşam desteği gibi ek ödemeler söz konusu.
Akademik çalışmalar da teşvik sistemini destekler nitelikte…
Konuyla ilgili akademik çalışmalar da dezavantajlı bölgelerde çalışacak eğitim emekçilerine yönelik teşviklerin öğretim etkinliğinin niteliğine olumlu katkısı olduğunu gösteriyor. ABD’de Massachusetts merkezli bir STK olan Ulusal Ekonomi Araştırmaları Bürosu’nun (NBER) gerçekleştirdiği bir araştırma bu anlamda önemlidir. Dallas Bağımsız Okul Bölgesinde uygulanan ACE (Accelerating Campus Exellence) Programının sonuçları üzerine yapılan araştırma 2016’da Dallas’ta başlayan programın sonuçlarını değerlendiriyordu. Program kapsamında öğretmen bulmanın zor olduğu dezavantajlı okullarda öğretmenlere 2000 dolar sözleşme pirimi ve yıllık 6 bin ile 10 bin dolar arasında telafi farkı teklif edildi. Söz konusu fark ödemesi (differential pay) yüksek nitelikli öğretmenlerin ACE okullarını tercih etmesini sağlamıştı. ACE okulları ilk uygulama yılında benzer okullarla kıyaslandığında öğretmen niteliğinde anlamlı iyileşmeler yaşadı. ACE programının sönümlendiği 2019 yılında ise katılımcı okullar matematik ve okuma-anlama gibi derslerdeki kazanımlarda dramatik düşüşler yaşadılar.
Yine aynı kuruluşun bir başka araştırmasından bahsedelim: Kuruluşun Peru’da gerçekleştirdiği bir araştırma, sabit ücretin öğretmenleri istihdamın maddi olmayan yönleri üzerinden seçim yapmaya ittiğini ve bu durumda okul tercihlerinin kentsel bölgelere doğru yöneldiğini gösteriyor. Bu tercihin öğretmen niteliği açısından bölgesel farklılıklara sebep olduğu belirtilen araştırmada, merkezden uzak ve kırsal bölgelerde çalışan öğretmenlere yönelik telafi ödemeleri veya tazminat ödenmesine dayalı bir politika reformu öneriliyor. Çeşitli öğretmen telafi tasarımları üzerine çalışılan araştırmada, öğretmenin ücrete dayalı ve ücrete dayalı olmayan tercihlerinin heterojen olduğunu gösteriyor. Bu da demek oluyor ki, kimi öğretmenler ücret artışı vaat eden bölgeleri tercih ederken kimi öğretmenler merkez bölgelerde çalışmayı yeğleyecektir.
Ma ve Lei tarafından Güney Çin’de Shaoguan şehrinde gerçekleştirilen başka bir araştırmada ise öğretmenlerin kırsal bölgede çalışmayı pozitif olarak kendilerinin seçmesinin coğrafi dezavantajlarının etkisini azalttığını teyit ediyor. Optimal bir şekilde sağlanan ekonomik teşviklerin coğrafi olarak dezavantajlı bölgelerde nitelikli öğretmen istihdamına katkı sağladığını vurgulayan araştırma; ücretlerin sadece öğretmenin üretkenlik özelliklerinden değil aynı zamanda işyerinin popüler olmamasıyla ilişkilenen fiyattan etkilendiğini ortaya koyuyor.
Eğitim emekçilerinin bugünü, çocuklarımızın yarınları içindir…
Verdiğimiz örneklerden kiminde, istihdam rejimi sözleşmeli ve piyasa merkezli; kiminde ise kamusal güvenceli istihdam söz konusu. Ama hepsinin ortak noktası dezavantajlı bölgelerde istihdam edilen eğitim emekçilerinin optimal düzeyde uygulanan bir teşvik sistemiyle o bölgeleri tercih eder hale geldiği… İşte tam da bu noktada, yönetenlerin sınıfsal tercih ve kararları devreye giriyor. Kamu kaynaklarının hangi önceliklerle, kimler için harcanacağının belirleyici olduğu bu kararlar; eğitim emekçilerinin haklarını da, çocuklarımızın nitelikli eğitim hakkını da belirliyor. Çocuklarımızın nitelikli eğitim hakkı için kamu kaynaklarının okullarımıza, çocuklarımıza, emekçilere, tüm emekçi halkımıza harcanması gerekiyor. Dünyayı değiştirmeye aday öğretmenlerin köylerden, kırsal kesimlerden, varoşlardan, uzak mecralardan çekilmesi düşünülemez. Bir vakit eğitim alanından geldiğiyle cilalanan bir Milli Eğitim Bakanı “Sen ağa ben ağa bu inekleri kim sağa” diyerek niyetini açık etmişti. Yönetenler böyle düşünüyor. Eşitsizlikleri yeniden üreten sisteme karşı biz ise “Bey çocuğu bey, ırgat çocuğu ırgat olmasın” diye mücadele ediyoruz. Bunun içindir ki, çocukların yarınını kurmanın yolu, eğitim emekçilerinin bugününe sahip çıkmaktan geçer.
Uğur KARSLI (Eğitim Sen Eskişehir Şube Örgütlenme Sekreteri),
Deniz YILDIRIM (Eğitim Sen Eskişehir Şube Örgütlenme Komisyonu Üyesi)




