
Tartışmalı bir toplu sözleşme sürecinin ardından yine işyerlerindeyiz. Süreç tam da 4688 sayılı yasada tariflendiği şekliyle (ilk toplantı tarihinin keyfi olarak öne çekilmesi dışında!) “Mevzuata uygun” olarak ilerledi. Memur Sen Ağustos ayı içerisinde “kazanımlarının” propagandasını yapmaya başlamıştı. Kırıntıyla avutulmaya artık tahammülü kalmayan kamu emekçilerinin tepkisiyle karşılaşınca derhal çark edip, çareyi hakem kurulundan çekilerek ruhunu kurtarmakta buldu. 2010 referandumundan bu yana 7 dönem 14 yıldır yaşanan, ne yazık ki tekrar yaşandı. Tıpkı Gabriel Garcia Marquez’in başyapıtı “İşleneceği Herkes Tarafından Bilinen Bir Cinayet” (Kırmızı Pazartesi’nin orijinal adı) adlı eserinde olduğu gibi… Kamu emekçilerinin başta insanca yaşanacak bir ücret ve vergide adalet olmak üzere temel talepleri yine yok sayıldı. (44’ü aynı madde, 11’i küçük rötuş, 3’ü yeni maddeden oluşan) “58 kazanıma” dair KESK-AR’ın hazırladığı grafik; tabloyu çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.
“Kazanım” diye anılan, kırıntılardır…
Bu tabloyu daha iyi anlayabilmek adına; eğitim, öğretim ve bilim hizmet koluna yönelik sözleşme maddeleri (özellikle ikisi) üzerinden “toplu sözleşmenin” ruhunu -biraz detaylandırarak- tartışmaya açmak istiyorum: Sözleşme maddelerini incelediğimizde, eğitim işkoluna yönelik “kazanımların” büyük bir kısmını mevcut mevzuata ilişkin rötuşların oluşturduğunu görebiliyoruz. Hizmet koluna özel 40 maddenin yarısından fazlasını, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici ve Öğretmenlerinin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin Karara (2006/11350 sayılı karar) yönelik küçük değişiklikler teşkil ediyor. Oysa ki bu kararda yapılacak kapsamlı bir düzenlemeyle, bu değişiklikler mevzuata entegre edilerek kolaylıkla kalıcı hale getirilebilir. Ancak niyet, her iki senede bir tekraren önümüze konulan ve göz boyamaya hizmet ettiği açık olan maddeler üzerinden “çok sayıda kazanım” algısı yaratmaktır.
Bir örnekle başlayabiliriz: “Ders görevinin yapılmış sayılacağı halleri” tanımlayan madde, 1. Dönem Toplu Sözleşmeden bu yana, yani 14 yıldır bizimle. Bu maddeye göre öğrencilerin “sınıf/okul bütünlüğünde” izinli olmaları veya genel idari izin durumunda öğretmen ders görevini yerine getirmiş sayılıyor. Bu maddenin hikâyesi ise şöyle: (“Eski Türkiye”de 19 Mayıs Bayramı hazırlıkları ve sair nedenler öğrencilerin sınıf/okul bütünlüğünde izinli sayılmaları sebebiyle) okula geldiği halde veya (bir görev nedeniyle genel idari izinli olması durumunda) okula gelemediği için dersini işleyemeyen öğretmenlerin ek ders ücreti kesil(ebil)iyordu. Bu durumu idari yargıya taşıyan Eğitim Sen öncü emsal kazanımlar elde etti. Eğitim emekçilerinin konuyla ilgili elde ettiği idari yargı zaferlerinin sayısı arttıkça, idare (kamu işvereni) sürekli vekalet ücreti ödemek yerine böyle bir hükmü toplu sözleşmeye entegre etmeyi daha akılcı bulmuş gibi gözüküyor. Böylece 1. Dönem Toplu Sözleşmeden itibaren “ders görevinin yapılmış sayılacağı haller” başlıklı TİS maddesi de çalışma hayatımıza girmiş oldu. Oysa 16 yılı kapsayan 8 dönemdir her sözleşmede karşımıza çıkan bu “kazanımın” ilgili mevzuata, yani 2006/11350 sayılı Karar’ın aynı başlıklı 17. maddesine entegre edilerek kalıcı hale getirilmesi ve bir daha sözleşmede tartışma konusu dahi yapılmaması gerekiyor. Sözleşmenin tarafları ise, yargı kararlarıyla sabit bir kazanımı mevzuat düzenlemesiyle güvence altına almaktansa skora oynamayı tercih ediyorlar.
Akademik bir “kazanımın” hikayesi…
Yine Memur-Sen’in reklamını yapmaya yeltendiği başka bir “kazanımı” irdeleyelim. Konu, 2. Dönem (2014-2015) Toplu Sözleşmeden bu yana yüksek lisans ve doktora öğrenimi görmüş öğretmenlere -fiilen girdikleri dersler için- artırımlı ödenen ek ders ücreti. Sözleşmenin tarafları, 2. Dönem Toplu Sözleşmede söz konusu artırımı fiilen girilen derslerle sınırlandırmış; okul yöneticiliği ve PDR öğretmenliği gibi fiilen derse girilmeyen görevlerin ücretini bu artırım kapsamının dışında bırakmıştı. Eğitim-Bir-Sen hatasını anlamış olacak ki; birkaç dönemdir söz konusu hükme ilişkin revizyon teklifiyle masaya oturuyor. Bu konuda hassasiyetlerine kaniyim; zira çoğunlukla okulları -EBS avantaj paketleri kapsamında indirimli yüksek lisans ve doktora imkânı sağladığı-üyeleri yönetiyor.
Konunun anlaşılması adına biraz teknik detay vermem gerekecek: Yüksek lisans ve doktoralı öğretmenlerin ek ders ücretlerine yönelik 2. Dönem Toplu Sözleşmeden bu yana uygulanan (sırasıyla) yüzde 5 ile 15 artırım oranı, 6. Dönem (2022-2023) Toplu Sözleşmeyle birlikte yüzde 7 ile 20 olarak değiştirilmiş; 2024-2025 yıllarını kapsayan 7. Dönem Toplu Sözleşmede de bu hüküm aynen korunmuştu:
“Madde 8- (1) Milli Eğitim Bakanlığına bağlı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenlerden yüksek lisans ve doktora yapmış olanlara fiilen girdikleri dersler için ödenecek ek ders ücretleri sırayla %7 ve %20 artırımlı ödenir”
Bu hükme göre yüksek lisanslı ve doktoralı öğretmenlerin ek ders ücretleri belirtilen oranlarda artırımlı ödeniyor(du). En azından uygulanmakta olan mevcut toplu sözleşmenin kapsadığı tarihler arasına (1 Ocak 2024 – 31 Aralık 2025) dair durum bu. Ancak artırımı fiilen girilen derslerle sınırlayan hüküm; 2006/11350 sayılı Karar’ın 10. Maddesinde tanımlanan “ders niteliğinde yönetim görevini” artırımlı ödemenin dışında bırakmıştı. Yani yüksek lisanslı ve doktoralı rehber öğretmenler ve okul yöneticileri fiilen derse girmedikleri gerekçesiyle sözleşme “kazanımından” -sözleşme mucibince- faydalanamadılar. Faydalanmak isteyenlere ise idari yargı yolu işaret edildi.
27 Ağustos 2025 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan 2026-2027 yıllarını kapsayan 8. Dönem toplu sözleşme metninde ise bu konuda bir “düzeltme” yapıldı. 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren uygulanacak ve 31 Aralık 2027 tarihine kadar geçerli olacak 8. Dönem sözleşmenin ilgili maddesi şöyle değiştirildi:
“MADDE 8- (1) Milli Eğitim Bakanlığına bağlı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında görev yapan yönetici ve öğretmenlerden yüksek lisans ve doktora yapmış olanlara, fiilen girdikleri dersler için ödenecek ek ders ücretleri ile 2006/11350 sayılı Kararın 10 uncu maddesi uyarınca ders niteliğinde yönetim görevi karşılığı ödenecek ek ders ücretleri sırasıyla %7 ve %20 artırımlı ödenir.”
7. Dönem sözleşmede “fiilen girilen derslerle” sınırlandırılan artırımlı ek ders ücret ödeme uygulaması, 8. Dönem Sözleşmeyle “2006/11350 sayılı Kararın 10 uncu maddesi uyarınca ders niteliğinde yönetim görevi karşılığı ödenecek ek ders ücretlerini” de kapsar hale getirildi. Yani fiilen derse girmedikleri gerekçesiyle artırımın dışında bırakılan yüksek lisanslı ve doktoralı rehber öğretmenler ve okul yöneticileri; 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren ek ders ücretlerini -8. Dönem sözleşmesi gereğince- artırımlı alabilecekler. Kamu işvereninin 6 dönemdir kabul etmediği revizyonu neden şimdi kabul ettiğini de irdelemeye ihtiyaç olduğu kanısındayız.
Astarı yüzünden pahalıya gelmeye başlamıştı…
2. Dönem Toplu Sözleşmeden 7. Dönem Toplu Sözleşmeye kadar –sözleşme gereğince- sınırlandırılan bir “hak”; 8. Dönem Toplu Sözleşmede genişletildi. Yapılan güncellemenin perde arkasında ise yargı kararları var. Şöyle ki, bu konuda idari yargıda kesinleşen çok sayıda dava hukuki baskı oluşturuyor ve kaybedilen vekalet ücretleri mali külfet haline geliyordu. Yani kamu işvereni açısından söz konusu artırımı “fiilen girilen derslerle” sınırlandırma ısrarının astarı yüzünden pahalıya gelmeye başlamıştı. Eğitim Sen’in Ankara Bölge İdare Mahkemesinde kazandığı öncü emsal karardan sonra, fiilen derse girmeyen PDR ve yöneticilere de artırımlı ek ders ödenmesi yönünde idari yargı kararları “yağmaya” başladı. Kaybedilen vekalet ücretleriyle gelen “kamu zararı” düşünüldüğünde bu durum kamu işvereni için büyük bir yük anlamına geliyordu. Bu nedenle 8. Dönem Toplu Sözleşmenin söz konusu hükmüne mahkeme kararları lehine bir güncellemeye gitmek zorunda kaldılar. Yani onlar lütfetmedi; biz kazandık… Tüm bunlara ek olarak, hukuki mücadelemiz neticesinde revize edilen bu madde de; her iki senede bir “sözleşme kazanımı” olarak önümüze konulmamalı, yerleşik bir mevzuat hükmü haline getirilmelidir.
Kamu emekçilerinin talebi ise son derece sade ve net…
Yukarıda detaylarını anlattığım örneklerdeki gibi mevzuat üzerinden küçük rötuşlarla, algı oyunlarıyla, “kazanımlar” retoriğiyle sulandırılmış bir “toplu sözleşme” süreci; kamu emekçilerinin gerçek hakları kazanmasının önündeki en büyük engeldir. “Toplu sözleşme” düzeni adı altında 7 dönem 14 yıldır oyalanan, kırıntılarla avutulan kamu emekçileri; artık son derece sade ve net bir şekilde haklarını istemektedir: Yoksulluk düzeyinin üstünde bir ücret, vergide adalet, insanca yaşanacak bir emeklilik sistemi, kamuda liyakat, idari-teknik personelin görev tanımının yapılması, güvenceli iş-güvenli gelecek… Bunların hiçbiri sahte toplu sözleşme düzeniyle, sahte sendikalarla mümkün değildir. Bu hakları kazanabilmenin tek yolu, emekçilerin gerçekten özne olduğu demokratik bir sendikal düzende gerçek grevli bir toplu sözleşmedir.
Vermeyecekler alacağız!
Birleşe birleşe kazanacağız!
Uğur Karslı, Eğitim Sen Eskişehir Şubesi Örgütlenme Sekreteri




