
Bir zincir markette çalışan kasiyerin yoğun çalışma temposu nedeniyle fenalaştığı görüntüler geçtiğimiz günlerde kamuoyunun gündemine geldi. Konuya ilişkin gelişen sosyal medya “duyarı”-her zamanki gibi- yaklaşık bir hafta kadar sürdü. Ve çok geçmeden, parlayıp sönen dijital hassasiyetler diyarında unutulup gidenler arasında yerini aldı bile. Ama her gün yaptığımız alışveriş sonunda kasadan geçerken, yorgun ve yabancı gözlerimizle selamlaşmaya devam ediyoruz. Yabancılaşmanın bir yönü de emekçinin emekçiye (insanın insana) yabancılaşması değil midir zaten…
Öyle uzak düşmüşüz ki her gün yanından geçtiğimiz bu sistematik işkenceye. Hatta -başlığa iliştirilen kasiyer resmi olmasa- “oturma hakkı” ifadesini görünce, pek çoğumuzun aklına, göçmen işçiler için “oturma izni” veya bir binadan konut statüsünde yararlanma yetkisi olarak “oturma hakkı” gelmiş olmalı. Oysaki -kelimenin tam anlamıyla- oturma hakkından bahsedeceğim. İngilizce literatürde “suitable seating” veya “right to sit” diye geçen; yani uzun süre ayakta duran işçilerin bir süre dinlenmek adına oturma hakkından…
“Kasiyerlik Kolay İş Mi?”
Zincir marketlerde kasiyerlerin sorunlarını Türkiye’de emek gündemine ilk taşıyan, barış akademisyeni Nail Dertli oldu. Dertli “Kasiyerlik Kolay İş Mi?” başlıklı yazısında, kötü iş istasyonu düzeninden bahsederken “bazı market zincirlerinin çalışanların oturmasına izin vermediğini, kasiyerleri ayakta çalışmaya zorladığını” belirtiyordu. Tez-Koop-İş’in genç emekçilere yönelik çıkardığı “Genç Emek” dergisinin Aralık 2018’de çıkan 3. sayısında yayınlanan bu yazıyı şiddetle öneriyor ve şuraya bırakıyorum: https://tezkoopis.org/kasiyerlik-kolay-is-mi-nail-dertli/
Kasiyerlere yönelik “oturma yasağı” konusunda örgütlü emeğin de hepten sessiz kaldığı söylenemez. Zincir market çalışanlarının bulunduğu 10 No’lu işkolunda örgütlü Tez-Koop-İş, geçen hafta konuyla ilgili bir basın açıklaması yaptı. ILO sözleşmelerine ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa atıflar bulunan basın açıklamasında kasiyerleri ayakta çalıştıran patronların suç işlediği belirtildi. Sosyal medya hesabında “oturma yasağı dayatmanın, sömürü düzeninin açık itirafı” olduğunu belirten Tez-Koop-İş; açıklamada “sürekli ayakta çalışmanın yol açtığı ortopedik bozukluklar, dolaşım problemleri, kas-iskelet sistemi hastalıkları gibi sağlık risklerine” işaret etti. https://tezkoopis.org/kasiyerleri-ayakta-calistiran-patronlar-suc-isliyor/
Ben ise konuyu biraz daha oturma hakkına ilişkin spesifik düzenlemelere doğru derinleştirmek istiyorum.
Uluslararası Mevzuat
Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) 120 No’lu Hijyen (Ticaret ve Ofisler) Sözleşmesinin 14. Maddesi; “işçilere yeterli ve uygun koltuk sağlanması, çalışanların bunları kullanmaları için makul fırsatlar verilmesi” gerektiğine hükmediyor. Ne var ki, teknik bir sözleşme olan 120 No’lu sözleşme, ülkemizin imzacısı olduğu bir ILO sözleşmesi değil. Tacikistan, Vietnam ve Kırgızistan gibi ülkelerin dahi bu sözleşmeye imzası varken ülkemizin imzası yok. İmzası olsaydı uygulama farklı mı olurdu, ondan da pek emin değilim! Zira ITUC’un -emekçilere yönelik hak ihlallerinin değerlendirildiği- Küresel Haklar Endeksi 2025’e göre Türkiye, 151 ülke arasında en kötü 10 ülke arasında ne yazık ki…
ILO müktesebatı içinde bu konu ergonomi başlığı altında da ele alınmış durumdadır. Uluslararası Ergonomi Derneğiyle iş birliği içinde hazırlanan Ergonomik Kontrol Noktaları başlıklı broşürde iş istasyonu ve iş organizasyonu tasarımı detaylı bir şekilde tasvir edilmiştir. Her ne kadar broşürde verilen örnek resimler bizzat süpermarketlere yönelik olmasa da öngörülen riskleri, tavsiyeleri zincir market çalışanlarına uygulamakta bir beis olmadığını düşünüyorum. Broşür içerisinde işyerlerine uygulanacak kimi kritik ergonomik adımların önceliklendirilmesi adına bir kontrol listesine de yer veriliyor: Emekçilerin işte ayakta durma ve oturma değişimlerinin mümkün olduğunca çok yapılmasını sağlayın. Ayakta duracak emekçilerin zaman zaman oturacakları oturaklar ve sandalyeler sağlayın. Oturarak çalışanlara sırtlıkları olan iyi ayarlanabilir sandalyeler sağlayın.
“İşin ayakta mı yapılması gerekiyor?”
Oturma hakkı meselesini Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Ajansı da (EU-OSHA) ciddi bir şekilde ele almıştır. Hatta EU-OSHA’nın konuyla ilgili “İşyerinde Uzun Süreli Kısıtlı Ayakta Durma” başlıklı bir raporu da bulunmaktadır: https://osha.europa.eu/sites/default/files/Prolonged_constrained_standing_at_work.pdf (İngilizce metin)
Rapora göre uzun süreli kısıtlı ayakta kalma “20 cm yarıçapla sınırlı bir alanda, -yürüyerek ya da oturarak geçici rahatlama olmaksızın- 1 saatten daha fazla sürekli olarak veya günde dört saatten fazla ayakta kalma” olarak tanımlanıyor. Raporda özellikle süpermarket kasalarındaki (supermarket checkouts) kasiyerlerin çalışma alanının ergonomisine dair detaylı açıklamalar da var:
“Süpermarket kasalarında çalışan personel, çalışırken sürekli ayakta durmak zorunda kalmamalıdır. Kasa çalışanları, ağır eşyaları güvenli bir şekilde taşımak için ayakta durmak zorunda kalacak olsa da, gerektiğinde ayakta durmakla oturmak arasında geçiş yapabilmelidir. Ergonomik olarak tasarlanmış ve oturmaya olanak tanıyan bir kasa çalışma istasyonunun yanı sıra, uzun süre ayakta durmayı sınırlamak için görev rotasyonu, düzenli molalar, mikro molalar ve yeterli bilgi ve eğitim gibi önlemler alınmalıdır. Kasa çalışma istasyonunu ve ekipmanını, başka kas-iskelet sistemi sorunları yaratmadan oturarak çalışılabilecek şekilde düzenlemek önemlidir. Oturarak çalışırken, müşteri satın aldığı ürünleri poşetler, bu da çalışanın iş yükünü azaltır.”
Raporun “İşyeri ergonomisi ve risk önleme” bölümünde meselenin can alıcı noktasına işaret ediliyor: “Sorulacak ilk soru şudur: İşin ayakta mı yapılması gerekmektedir?” Söz konusu raporda bir işin oturarak mı ayakta mı yapılması gerektiğine nasıl karar verileceğine dair de bir tabloya yer veriliyor ve gerekirse dış uzmanlık hizmeti alınabileceği belirtiliyor. Ancak mesele bizce son derece sadedir: Dünyada ve Türkiye’de pek çok markette oturarak da yapılabilen bir iş için sadece işverenin verimlilik politikaları gereği dayatılan ayakta durma zorunluluğu reddedilmelidir.
Bakanlık konuyla ilgili gerçekten hareketi mi geçti?
Kasiyerlerin çalışma koşullarına yönelik kamuoyu tepkisini gören Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının konuyla ilgili “harekete geçtiği” haberleri yandaş medyada yer etmeye başladı. Sabah gazetesinde çıkan bir haberde söz konusu zincir marketlere gizli iş müfettişleri gönderilmeye başlandığı belirtiliyor. Oysaki Bakanlığın 2017 yılında yayınlanan “Ulusal ve Yerel Zincir Market İşyerlerinde Çalışma Koşullarının İyileştirilmesi Programlı Teftiş Kurulu Raporu”nda kasiyerlerin uzun süre ayakta durarak çalışmasına dair en ufak bir değerlendirme yapılmamıştı.
Son sözü direnen emekçiler söyler…
Şimdiye kadar sessiz kalan Bakanlık neden şimdi harekete geçmektedir? Cevap son derece basittir: Çünkü bir hakka dair son sözü -mevzuatlar, yasalar değil- emekçiler söyler. Emekçilerin bu insanlık dışı uygulamaya rızası kalmamıştır! Yönetenleri harekete geçiren ise bu konudaki tepkinin meşruluğu ve -boykot vb. eylemlerle- kitleselleşebilme potansiyelidir. Şimdi bu hakkı, bu “küçük” kazanımı elde etme zamanı gelmiştir. Emek mücadelesi tarihi, uğruna büyük bedeller ödenmiş “küçük” kazanımlarla doludur. 1 Mayıs’a tarihsel anlamını veren 8 Saatlik iş günü, asgari ücret, çocuk işçiliğinin yasaklanması da kadın kamu emekçilerinin süt izni hakkı da bu “küçük” kazanımlara örnek verilebilir.
Tüm bu kazanımlar egemenlerin lütufları değil, mücadeleyle kazanılmış haklardır. Bu doğrultuda emekçilerin haklarını işverenin vicdanına bırakmamak, çalışma yaşamına dair kararları patronların iki dudağı arasından çıkarmak gerekiyor. Bunun iki yolu var: (1) (Egemenlerin çizdiği sınırlar içerisinde kalan) bir yasal mevzuat; (2) (esasında yasal mevzuatın da ön koşulu olan) fiili-meşru bir örgütlü mücadele… Çoğu zaman ilkini, ikincisinin yarattığı maddi güç belirliyor. Hatta pek çok durumda ilkinde tanımlanan hakların kullanılması dahi ikincisine bağlıdır. Bunu gerçekleştirecek emekçilerin ihtiyacı olan ise kendi öz gücüyle yaşama etki edebildiğini yeniden görmektir. Bu doğrultuda birleşik bir emek mücadelesini kuvveden fiile çıkarmamız gerekiyor. İhtiyacımız olan, yapabileceğimiz şeyleri söyleyip söylediğimiz şeyleri yaparak, “küçük” ama somut ve kararlı adımlar atmaktır. Kasiyerlerin “oturma hakkı” için zincir marketlerin genel merkezleri önünde gerçekleştirilecek bir “oturma eylemi” neden aradığımız küçük adımlardan biri olmasın…
Uğur Karslı, Eğitim Sen Eskişehir Şubesi Örgütlenme Sekreteri




