Yeni sağ popülist milliyetçi ideoloji ve kadın mücadelesi-Dilek Bulut

Yeni sağ popülist milliyetçi ideoloji ve kadın mücadelesi-Dilek Bulut

PAYLAŞ

Yükselen sağ popülist dalgaya bağlı olarak Macaristan, Polonya, Slovakya, Hırvatistan ve Almanya gibi ülkelerde toplumsal cinsiyet-karşıtı hareketler ivme kazandı.

Ülkemizde ve geniş bir coğrafyada olduğu gibi “sağ, popülist, milliyetçi, otoriter” hükümetler işbaşında. 1990’da yerel ve yaygın, belirtileri birbirinden farklı bir “toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı” gelişmeye başladı ve eşitliğe dayanan talep ve haklar ateş hattına sürüldü.

Deniz Kandiyoti’nin ifadesi ile “Bunlar bildik muhafazakârlar çıkışlar değil”; 2010’dan beri eklemli, geniş bir ideoloji, küresel ve otantik değerlerin korunmasını savunuyorlar. Tüm sağ kavramları sembolik bir biçimde yapıştırıcı bir işlev gören yeni bir iktidar ve devlet biçimi doğuyor.

Batı’da 1960’lı yıllarda yükselişe geçen feminist hareketler, ataerkil sistemin işleyişini, cinsiyetçi düşünce ve pratikleri geniş bir zeminde tartışmaya açarak ataerkinin yarattığı ayrımcılıkları ortadan kaldırmayı Batılı devletlerin gündemine getirmişti. 1970’li yılların sonunda devletler ve uluslararası kurumlar bu ayrımcılıklarla mücadele etmeyi kendi programlarına aldılar. Güçlenen kadın hareketi zamanla toplumsal cinsiyet eşitliğini savunur hale gelince erkeklik krizi de büyüdü. Erkekler kaybettikleri alanları yeniden kazanmak, kadınlar üzerindeki tahakkümü yeniden kurmak için “Eril bir restorasyon” hamlesi ile harekete geçtiler. Kadın mücadelesinin geldiği noktada bu çok da mümkün görünmüyor.

Bu gelişmelere ilk tepkiyi veren Vatikan, 1990’larda toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı olduğunu açıklamış, toplumsal cinsiyet eşitliği görüntüsü altında aslında kürtaj ve eşcinsellik savunusu yapılacağına, bunun da aile kurumuna zarar vereceğine işaret etmişti.

1997’de toplanan Dünya Aileler Kongresi, aileyi tehdit eden unsurlar olarak kadın haklarını ve LGBTİ+ haklarını merkeze aldı ve ‘aileyi korumaya’ dönük çeşitli konferanslar organize ederek ağlar geliştirdi.

2010 sonrasından itibaren neoliberal küreselleşmeye ve/veya liberal-demokratik kurumlara karşı duyulan tepkiler dünyanın pek çok ülkesinde ulusalcı popülist hareketlerin ve otoriter rejimlerin güçlenmesine yol açtı. Bu yükselen sağ popülist dalgaya bağlı olarak Macaristan, Polonya, Slovakya, Hırvatistan, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde toplumsal cinsiyet-karşıtı hareketler ivme kazandı. Ana konuları; kürtaj karşıtlığı, eşcinsellik, eşcinsel evlilikler, okullarda cinsel eğitimin verilmesine ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana akım olmasına karşı itirazları içeriyor. Doğu ve Orta Avrupa da İstanbul Sözleşmesi’ne karşıtlık ortak özellik…

BM’de Vatikan, Katar, Mısır ve Rusya güçlerin başına çektiği “Aile Dostu Grubunu” oluşturuyorlar. 126 devlet ve 28 tane uluslararası kuruluştan oluşan geniş bir sağ bir koalisyon, aileyi koruma altına almayı teklif ediyorlar. Medyada, partilerde temsilcileri var. Lobi faaliyeti yürütüyorlar. Kitlesel sokak hareketleri de yer alıyor, bu hareketleri örgütlüyorlar.

AKP hükümeti uygulamaları pek çok ortak özelliği ile dünyadaki bu yeni ideoloji ile uyum içindedir.

AKP’nin ilk dönemlerinde AB ile ilişkiler çerçevesinde, kadın hareketi devletin vitrini oldu. Erbakan’ın başbakanken yaptığı “kadınla erkek eşit olamaz” söyleminin ardından, 2004’te Ceza Muhakemeleri Kanunu kemirilmeye başlandı. Türkiye’de de eşitlik karşıtı politikalar 2012 sonrasında güçlenmekle birlikte 2019’a gelene kadar Batı’daki örnekleri gibi popüler bir hareket olarak ortaya çıkmadı. O andan itibaren hızla gelişen toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı itirazlar, özellikle İstanbul Sözleşmesi’ne karşı bir kampanyaya dönüştü. Akit gibi medya gruplarınca İstanbul Sözleşmesi ve nafaka konusu bir gerilim noktası haline getirildi.

Kadının kariyerinin annelik’ olarak görülmesi, nafaka karşıtlığı, kadının bir birey olarak değil aile içinde tanımlanması, LGBTİ+ bireylere karşı ‘aile platformlarınca’ organize edilen ve cinsiyetsiz bir toplum tehlikesine karşı aileleri desteğe çağıran örgütlenmeler söz konusu. Tüm bunlar Türkiye’nin de bu “eril restorasyon” sürecinden geçmekte olduğunu ve bazı yeni söylemsel öğeler ve reaksiyon biçimleri bu genel sağ popülist dalgayla benzerlik taşıdığının en açık göstergeleri.

Türkiye, 2012’den itibaren süregelen eşitlik karşıtı iklimin geldiği yeni bir aşamasında olduğumuz ama çok geniş sağ bir koalisyonun kurulmamış olması dünyadaki diğer örneklerinden ayırıyor. Erkeklerin kontrol beklentileri ile kontrol imkânları arasındaki büyük bir gerilim, şiddetin giderek vahşileşmesi toplumsal cinsiyet ilişkilerinde kesinleşmenin yaşandığını gösteriyor. Geleneksel aile içi şiddet biçimleri sokağa sıçradı. Evdeki şiddet, sokakta tanımadığı kadınlara ve LGBTİ+ bireylere yönelmeye başladı.

Diyanet’in her ilçede Aile İrşad (danışma) ve Rehberlik büroları var. Kadınlara sabır, dövülseler de yuvalarını yıkmamaları şeklinde telkinler yapılıyor. Büyük kaynaklar ayrılıyor, vaizeler çalışıyor. AKP kendi tabanındaki kadınları da ikna etmeye çalışıyor ama bu politikalar tutmuyor. Uygulanan neoliberal politikalar ile sosyal politika alanından çekilen devlet, bakım krizini kadınlara uyguladıkları yeni baskı ve ikna yöntemleri ile çözmeye çalışıyor.

İktidar, kendi siyasal İslami rejimini kadınlara yönelik kazanımların yasaların geri çekilmesi, aile kavramının öne çıkarılması ile kadınlar üzerinden kuruyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı bu konuda ne kadar kararlı olduklarının en ciddi kanıtı. Ülke olarak hem laiklik hem insan haklarının savunulması konusunda önemli bir kırılma noktasındayız. Bu durum siyasal ve politik bir meseledir ve tek başına bir kadın sorunu değildir.

Hindistan’dan Brezilya’ya Türkiye’den Rusya’ya uygulanan cinsiyete dayalı ayrımcılık politikalarını, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi dışlayıcı paketleri de olan programların sadece bir ayağı olarak görmek ve bunları kültür alanına hapsetmek, otokratik yönetim biçimleri ile organik bağlarını kesmektedir. Bu çok tehlikeli bir noktadır. Bildik muhafazakâr ve sağcı ideolojilerden farklı olan gücünü dini yapılardan alan bu yeni ideolojiye karşı tüm muhalif kesimlerin ortak bir mücadele zeminde buluşmaları zamanın bize dayattığı bir zorunluluk gibi görünmektedir. Bu mücadelede kadınlar güçlü bir politik özne olarak ittifaklar içinde yer almalıdır.

Birgün Gazetesinden Alıntılanmıştır.

Dilek Bulut-Mugla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğretim üyesi