Giriş
Ekonomik ve sosyal hakların erozyona uğradığı her geçen gün var olan kazanımların ortadan kaldırılmakta olduğu bunun karşısında durması gereken emek hareketinin ise bir bütün olarak etkisiz durumda olduğu açıktır. Mücadele örgütleri Sendikalar çok dağınık, güçsüz ve sınıf hareketinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu söylenebilir. Mücadele örgütümüz KESK ise uzun zamandır içine sürüklendiği dağınıklık nedeniyle emek hareketinin krizini aşacak politikalar üretemiyor. Bugün KESK’in hem örgütlü gücü, hem mücadele potansiyeli zayıflamıştır. Öznel olarak bu süreci tersine çevirecek, emek hareketinin öncüsü olacak bir irade ve örgütlülükten uzaktadır. Bu anlamda emek hareketinin ve kamu emekçileri mücadelesinin bir dönemi tamamlanmıştır.
Siyasal Süreç
Kapitalist sistem karşısına çıkan tüm krizlerini zorlukları sanki bir bilgisayar gibi yeni sürümler ekleyerek çözüyor. Türkiye ‘80’li yıllarda “24 Ocak kararları” ile dışa açılma, liberalizasyon süreci ile başlayan 12 Eylül askeri darbesi ile toplumsal muhalefetin direnci yok edildikten sonra uygulamaya sokulan neoliberal birikim rejimi 21 yıllık AKP iktidarlarıyla yol almaktadır. Yalnızca AKP iktidarı döneminde değil, tohumlarının atıldığı ilk günden bugüne tüm iktidarların hedefinde kamu varlıklarının satılması ve kamusal alanın piyasaya terk edilmesi, özelleştirmeler ve emeğin haklarının sınırlandırılması, emek sömürüsünü derinleştirmek gündeminde oldu. Bu koşullarda toplumsal muhalefetin ve emek mücadelesinin 30 yılı aşkın mücadelesi çeşitli aşamalardan geçerek sürmüştür.
Son 21 yıl ise kamu emekçilerinin hak gasplarının ve yoksullukla karşı karşıya bırakıldığı, piyasalaştırmanın ve siyasal İslamcı rejimin tüm kamusal alanları, kamusal hizmetleri tahrip ettiği, kadrolaşmanın, baskının giderek artırıldığı, KHK’ larla sürgünlerle baskılarla kuşatıldığı, sözleşmeli, ücretli güvencesiz çalışma biçimlerinin temel istihdam biçimi haline getirildiği bir süreç yaşandı. Tüm işkollarında çalışma koşulları ağırlaşırken ücret kayıpları yaşanırken Tarım orman işkolu da emeğe yönelik piyasacı müdahalelerden payını aldı. Ayrıca alanımıza yönelik doğa talanı da AKP iktidarı döneminde ayyuka çıktı. Neoliberal ekonominin tarım ve ormancılık alanındaki talan ve yağması derinleşerek devam etmektedir. Kâr hırsı bitmek bilmeyen sermaye ile ulusal ve çok uluslu işbirlikçileri, daha çok kâr elde etmek için ormanları yakıp yok ediyor, denizleri, gölleri, dereleri, tüm su kaynaklarını kirletiyor, ekosistemi tahrip ediyor. Maden çıkarmak için ağaçlar kesiliyor, doğa talan ediliyor, ortaya çıkan çevresel tahribat telafi edilemez, geri dönülemez boyutlarda sürüyor. Kapitalist sistemin ormanlara verdiği zararı 3. köprü ve 3. havaalanı projelerinde, Salda Gölü’nün “millet bahçesi yapıyoruz” diye talana açmalarında, Kanadalı emperyalist Alamos-Gold şirketinin Kaz Dağlarında maden aramak için dağları tamamen tıraşlamasında ve doğayı yok etmesinde görüyoruz. Kanal İstanbul projesi vb. birçok talan projesiyle sermaye ve yandaşlar daha da zengin edilirken halk yoksulluğa mahkûm ediliyor. Güvenilir ve sağlıklı gıda tüketmek, sosyoekonomik durumu iyi olan bir kesimin ayrıcalığı değil, tüm insanların hakkıdır. Bir avuç çok uluslu şirket bu hakkın kullanımını engellemeye, gıdayı kontrol etmeye, parası olanın gıdaya erişimini sağlayacak bir sistem kurulmaya çalışılmaktadır. Gıdayı kontrol etmeye çalışan, endüstriyel temelli, doğaya zarar veren emperyalist gıda sisteminin çok uluslu şirketleri ülkemizde cirit atıyor; yapılanmaları ile tüm dünya halklarının güvenli ve sürekli gıdaya ulaşmasının önünde engel oluşturuyorlar. Ülkemizde çıkartılan “Tohumculuk Yasası” ile çiftçilerin binlerce yılda geliştirdiği tohumları şirketler adına patent altına almaktadırlar. İktidarın tarım politikaları, şirketlerin patentli tohumunu kullanan çiftçilere destek görüntüsünde aslında şirketlere destek anlamına geliyor. Atalık tohum kullanan çiftçilere ise destek vermeyerek cezalandırma yolunu seçmektedirler. Tarım alanında emek sömürüsünün acımasız sonuçlarını yaşayan mevsimlik tarım işçilerinin sorunları, iş, barınma, eğitim sorunları, göç etmelerinin nedenleri, çocuk işçiler ve yaşadıkları ölümler her geçen gün artmaktadır.
Sendikal süreç ve krizi
1980 sonrasında, “fiili ve meşru sendikacılık” şiarımızla, bedeller ödeyerek kurduğumuz sendikalarımızın kapılarına siyasi iktidarlar tarafından vurulan kilitleri, mücadelemizin meşruluğundan aldığımız güç ile söküp atarak sendikalarımızı var ettik. Daha sonra çıkarılan 4688 sayılı yasa adeta bizlere giydirilen deli gömleğiydi ve sonraki yıllarda çıkarılan yasalarla toplu sözleşme hakkı grev yasağına, zorunlu tahkime yasasına dönüştürüldü. Bu süreç kısmen de olsa sendikalarımızda bürokrasiyi, fiili ve meşru mücadele pratiğimizde mevzi kaybetmeyi beraberinde getirdi. KESK’in “fiili ve meşru mücadele” ruhuna uymayan, mücadele geleneğinde bulunmayan ama etkisini üzerimizde hissettiren, zaman zaman görünür olan bir bürokratikleşmeyi açığa çıkardı. Sınıf çelişkilerinin yok sayıldığı, liberal yaklaşımlar eliyle sınıf hareketlerinin sonunun ilan edildiği, sınıf mücadelesinin ve onun politik ve ekonomik örgütlenmelerinin gereksizleştiği iddiasını esas alan ideolojik yaklaşımlar ve politik hat kamu emekçileri hareketi içerisinde ağırlık kazanmaya başladı. Sonuç olarak sınıf tabanlı kitlesel hareketlerin artık bittiğini, sınıf kimliğine dayalı eski toplumsal hareketlerin yerini kimlik kültür taleplerine dayanan yeni toplumsal hareketlerin aldığını ileri süren, üyelerin söz ve karar süreçlerini esas almayan, fiili-meşru mücadelenin her geçen gün unutulduğu bir anlayış egemen oldu. Yanı sıra siyasi iktidarın kesintisiz saldırıları da bu süreçte kamu emekçileri hareketini etkisizleştirdi, ve daralma hızla devam etti. Özetle kamu emekçilerinin yıllardır mücadele ederek, bedel ödeyerek kazandığı tüm haklarının ellerinden alındığı bir süreç ortaya çıktı. Sonuç olarak kamu emekçileri enflasyonun, zamların altında ezilmeye devam ediyor. Kamu emekçileri artan refahtan pay alamadığı gibi asgari ücret temel ücrete dönüştü. Güvencesiz çalıştırılan emekçiler ise açlık sınırının dahi altında yaşamak zorunda bırakıldı. Emekliler ise hayatta kalma mücadelesi veriyor. Ülke yangın yerine dönüşmüş halde… Bu yangını tüm emeği ile geçinenler sokağa adım attığı andan itibaren her alanda yaşıyor. Yaşanılan ekonomik krize karşı emek hareketi yeterli yanıt üretemediği açıktır. Emek alanının doğru bir perspektifle mücadele yürütememesi de ortadadır.
Sömürü talan düzeni, sendikal mücadelenin önünü kesmek gelişmesini önlemek, onları parçalamak için bütün gücüyle saldırdı, saldırmaktadır. Sendikalar ve sınıf örgütleri bu saldırıya karşı birleşik mücadele hattı oluşturamadı. Kapitalist sistemin dayattığı bencilliği, rekabeti ve üretimden uzak tüketim odaklı yaşam biçimini kabul etmeyip tüm emekçilerin birlikte mücadele etmesinin yollarını yaratamadılar.
Ülkemizde emeğin örgütlü gücü sendikalar, tarihsel mücadele çizgilerinden koparak, emekçilere yabancılaşarak büyük birer bürokratik aygıta dönüştüler. Uzun yıllardan bu yana KESK’te bir temsiliyet krizine neden olan sendikaların merkezlerini ya da kürsülerini ele geçirme ile sınırlı çoğunluk hakimiyetine dayalı yaklaşım, sendikaların ve emek mücadelesinin itibarsızlaşmasına yol açan sonuçlar üretti.
Önümüzde duran en önemli soru ve sorumluluk almamız gereken konu ise; Artık aynı şekilde devam etmenin imkansız olduğu noktadayız. Emek hareketinin krizinin dinamiklerinin ne olduğu, emeğin parçalı yapısını ortadan kaldıracak birleşik emek siyasetinin olanaklarının nasıl geliştirileceğidir?
Kamu emekçileri hareketinin yaşadığı kriz emek hareketinin krizinden bağımsız değildir. Mevcut rejimle hesaplaşmayan bir sendikal yaklaşım emekçiler için umut olamaz. Yeni bir devrimci emek siyasetinin inşasına gereksinim vardır.
Emek hareketinin krizinin çözümü amacıyla oluşturulacak mücadele perspektifi aşağıdaki esaslar üzerine yükselmelidir;
kapitalist sömürü düzenine karşı sınıf temelli ,emekçilerin haklarını savunan, kadrolu- güvencesiz tüm istihdam biçimlerinin birleşik emek mücadelesini esas alan politik bir hat ve örgütlenme pratiklerini yaratmakla,
neoliberal yağmaya karşı, kamuculuğu ve kamunun çıkarlarını,
gerici karanlığa karşı laikliği, aydınlanma değerlerini esas alan bir mücadele anlayışı üzerine yükselmelidir.
Kamu Emekçileri Hareketi’nin mücadele programının emek sermaye çelişkisi temelinde sınıf ve kitle sendikal anlayışı ile oluşturulması, bu iradenin işyerlerinden başlayarak bütünlüklü bir iradeye dönüşmesi için yoğun bir çaba gerektirmektedir. Emek hareketinin yeniden inşa süreci mücadele programı ve yapısal sorunların çözümü kongre süreci ve ittifak arayışlarına indirgemeden kurucu bir anlayışla oluşturulmasına bağlıdır.
Gelinen noktada;
Sınıfsal bakış açısından uzaklaşmış yaklaşımlarla Emek ve Demokrasi mücadelesi arasındaki sonucu ortaya çıkaran nedensellik bağının ikincil görülmesidir. Bu nedenle öncelikli verilmesi gereken mücadele bu anlayışlarla verilecek ideolojik ve politik mücadeledir. Bu mücadele mücadelede, meclis örgütlenmelerini ve kolektif önderlik anlayışını esas almalıdır.
Meclislerde eşit demokratik temsiliyeti temel alınmalı bu kapsamda KESK Genel Meclisi gibi yapılanmalar yeniden irdelenmelidir.
Şube seçimlerinde üyeleri sürecin öznesi kılmak, örgütle bağını arttırmak, örgüte yabancılaşmasını engellemek amacıyla delege yöntemi yerine doğrudan seçim yöntemini yaşama geçirmek gereklidir.
Nispi temsil sisteminin, meclislerin oluşumu aşamasında çoğulculuğu sağladığı algısına neden olduğu bilinmektedir. Çoğunluk grubu dışındaki grupların da kuvvetleri oranında yönetim organlarına üye vermeleri olanağını yaratması açısından temsilde adalet ilkesine dayandığı varsayılsa da sendikal mücadelede ortaklaşmayı ortadan kaldırmakta temsili öne alan bürokratik anlayışın gelişmesine neden olmaktadır. Nispi temsil, sendikalarımızda emek mücadelesinin taleplerini önceleyen geliştirici tartışmaları ortadan kaldırarak, çoğunluğun belirleyiciliğine ve kendi dışındakileri tabi kıldığı bağımlılık ilişkisine yol açmaktadır. Nispi temsil sistemi kimi zaman emek mücadelesi için anlamı olmayan iç tartışmalara ve gerilimlere kimi zaman yürütme kurullarında iletişimsizliğe ve keyfi tutuma yol açmakta, sendikal yönelimi ve amaçları belirlenmiş kitle mutabakatı yok sayılarak, örgütün mücadele kapasitesi ve işleyişi açısından asgari uyumu ortadan kaldırmaktadır. Emek sermaye çelişkisini temel alan sınıfsız sömürüsüz bir dünya yaratma anlayışına sahip bir mücadele örgütünde; çoğulculuğun yanında, kitle mutabakatı ve ortak bir sendikal program oluşturmaya yönelik seçim sistemi hayata geçirilmelidir.
Sendikalarımızın bütçesinin kullanımı konusunda bir bütünlük olmalıdır. Bütçenin kullanımı standart giderler, eylem ve tüm faaliyet giderleri, grev ve dayanışma giderleri mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda yürütme kurulu bütünlüğünde sürdürülmelidir. Örgütsel çalışmalar için yapılacak tüm etkinliklerde, ihtiyacın karşılanması esas olmalıdır. Sekreterliklere ayrı bütçe ayrılması gibi tartışmalar sendikal örgütün nitelik ve işlevine uygun tartışma olarak değerlendirilemez.
OHAL sonrasında KHK’lı üyelerimizle dayanışma amaçlı yükseltilmiş olan sendika aidat oranlarının her iş kolunun mali yapısı ve geriye dönen üyelerinin durumu ve hala ihraç durumunda olan arkadaşlarımızın sayısı göz önünde bulundurularak yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Güvenilir ve sağlıklı gıda tüketmek, tüm insanların hakkı olduğu temelinde, tarım ve gıda politikaları oluşturulması. Tarım ve orman alanında kamusal hizmet veren emekçilerin ekonomik hakları, çalışma, istihdam biçimleri, mesleki sorunlarını çözümünün yaratılması ve emeği üzerinde söz ve karar sahibi olmasını amaçlayan işyerlerinde emekçiler için “işyeri meclisleri” oluşturulmalıdır. Toplumun da güvenilir gıda tüketimi, halkın gıda sistemi olan Gıda Egemenliği konusunda söz sahibi olduğu, “Güvenilir ve sağlıklı gıdaya ulaşım hakkı meclisleri” kurulmalıdır.
Tarım Orkam-Sen olarak kapitalizmin dünyayı yok eden politikalarına karşı
Geniş halk kitleleri aşırı yoksulluk içinde açlıkla sınanır hale getirilmiş, işsizliğin büyüdüğü, gelir dağılımının çalışanların aleyhine bozulduğu, toplumun büyük kesimlerinin sürdürülemez yaşam koşullarında temiz suya, temiz gıdaya erişiminin giderek zorlaştığı sosyoekonomik durumu iyi olan bir kesimin ayrıcalığı haline geldiği bir süreci yaşıyoruz.
Toplumsal mücadele dinamiklerinin en önemli birikim alanları emek mücadelesi, kadın, gençlik ekoloji, tarım-gıda ve kent hareketleri olarak şekillenmekte mücadele esas olarak bu toplumsal muhalefet alanında yükselmektedir. Dünya halklarının gıda ve beslenme sorunu, çiftçinin, üreticinin sorunları ve endüstriyel tarımsal üretim nedeniyle doğanın gördüğü tahribat, aslında tam da sendikamızın mücadele alanının merkezindedir. Bu alanda vereceğimiz mücadelenin, geliştireceğimiz yol ve yöntemlerin toplumun örgütlü mücadelesinin parçası olmak açısından önemi büyüktür.
Biz tarım ve orman alanında hizmet veren emekçiler de endüstriyel temelli, petrole dayalı şirketlerin kâr amaçlı, piyasacı sömürü düzenine karşı, halkın kendi kültürüne uygun, doğayla uyumlu, ormanları, gölleri, tarihi yapıları, hayvanları koruyan ve tüm ekosisteme saygı duyan, insan onuruna yakışır şekilde bir yaşamı savunuyoruz. Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için bu yıkıcı, yok edici düzene karşı tüm gücümüzle mücadeleyi yükseltmeye çalışıyoruz.
Gıda, tarım ve orman alanı toplum için hayati öneme sahip bir alandır. Bu alanda yürütülen hizmetler kamu yararına kamusal olarak verilmelidir. . Bu bağlamda gıdayı kontrol etmeye çalışan, endüstriyel temelli, doğaya zarar veren emperyalist gıda sistemine karşı halkın gıda sistemi olan Gıda Egemenliğini daha sağlam temellerde savunmalıyız. Tüm dünya halklarına güvenli ve sürekli gıdanın ulaşmasını sağlamak amacıyla, gıdayı kontrol etmeye çalışan çok uluslu şirketlere karşı elini gıdadan çekmesini sağlamak amacıyla toplumsal mücadeleyi yükseltmeliyiz.
Aile tarımı olan geleneksel köylü tarımı insan türü ve ekolojik denge için yani dünyadaki tüm canlılar için hayati öneme sahiptir, nitekim doğaya zarar vermezken, sağlıklı gıdaya erişimimize imkân vermektedir. Köylülerin, çiftçilerin, üreticilerin bu yöntemleri kullanarak toprağı işlemesi, tarım yapması ve örgütlenmesi desteklenmelidir.
DSD TARIM ORKAM-SEN MECLİSİ