Bu satırları; şovenizmle, militarizmle, ırkçılıkla teslim alınmış bir coğrafyada, Karadeniz’de yıllarca bu örgütün ilkelerine, değerlerine, insana, doğaya ve barışa ses olmaya, bu onurlu mücadeleye omuz vermeye çalışmış bir Eğitim Sen kadrosu olarak kaleme alıyorum.
Bu örgüt, en görkemli yıllarında toplumdaki çelişkileri “kimlik barışı, sınıf savaşı” perspektifiyle kavrayarak emek mücadelesini yükseltti. Farklı kimliklerin – hiçbir hiyerarşiye tabi olmaksızın- eşit özgür bir şekilde bir arada yaşadığı bir seçeneği hep beraber inşa ettik ve bu modeli topluma sunduk. Tüm bunlara karşın, son zamanlarda mücadele örgütümüzün varoluşsal ekseni olan emek-sermaye çelişkisini tali gören, “demode” ve hatta “arkaik” bulan kimlik siyaseti indirgemeci yaklaşımları ne yazık ki görüyor, deneyimliyoruz.
Sınıf ekseninden uzaklaşmış, örselenmiş, yıpranmış, adeta “tutanın elinde kalan” bir örgüt, kimlikleri, farklılıkları kapsayamaz; topluma, “her kimliğin, her halkın, her kültürün saygın olduğu” bilinciyle eşitlik ve özgürlüğü anlatamaz.
Öncelikle şunun altını çizelim: Örgütümüz açısından sınıf ve kitle sendikacılığı bir seçenek değil, varoluşsal bir önkoşuldur.
Ancak güçlü bir sınıf örgütü demokrasi mücadelesini yükseltebilir.
Ancak güçlü bir sınıf örgütü barışı mücadelesini yükseltebilir.
Ancak güçlü bir sınıf örgütü laiklik mücadelesini yükseltebilir ve yükseltmelidir.
Tarihin içinde bulunduğumuz anında bu topraklarda siyasal İslam ile hesaplaşmak birincil görevdir: Kamuda her türlü dini imtiyazdan arındırılmış bir eşit yurttaşlık için, “sömürüye rıza üretme ve emek denetimi mekanizması” olarak dinin araçsallaştırılmasına dur demek için –tam da sınıfsal bir talep olarak- laiklik kazanılmalıdır!
Çünkü laiklik; öyle kimilerinin iiddia ettiği gibi “elitlerin”, “tuzu kuru orta sınıfların” seküler yaşam tercihinden ibaret bir resmi ideoloji ürünü değildir. Zira varsıllar “seküler bir yaşamı” dilediklerinde, diledikleri ölçüde satın alabilirler. Bunu kolaylıkla somutlayabilmek adına, kendi halklarına şeriatı reva gören prenslerin Bodrum’a demir atan lüks yatlarındaki hayatlarını veya 4+4+4 sürecinde “tüm okulları imam-hatip yapma şansı yakaladık” diyen Milletvekili Ali Boğa’nın Fransız okulunda eğitim gören torununu aklımıza getirebiliriz.
Oysa Konya’da sömürülen emekçi ““Hepsi Allah’tandır… işvereni zenginlikle sınıyor işte. Onun sınavı o, benim sınavım bu, fakirlik…” diyorsa,
Yönetenler halka “biat edin”; patronlar emekçilere “şükredin” diyorsa,
Kamu okullarında çocuklarımız nitelikli bilimsel eğitime erişemiyorsa,
Çocuklarımız din istismarıyla patronlara ucuz işgücü, AKP’ye kul, sermayeye köle haline getiriliyorsa,
Kenar mahallelerde tarikatlar toplumun kılcal damarlarına kadar girdiyse,
Sivil Toplum Diyaloğu adı altında gerici vakıflar, ÇEDES adı altında imamlar okullarımızda kol geziyorsa,
Egemenler “zengine han hamam yoksula din iman” diyorsa,
Laikliğe en çok da yoksul emekçi halkımızın ihtiyacı vardır!
Zira Latin Amerikalı papazın dediği gibi “Dünya inananlar ve inanmayanlar diye, değil, ezilenler ve ezenler olarak ikiye ayrılır”. Siyasal İslam ise, her türden ezme-ezilme ilişkisine toplumun rızasını üreterek emekçi halkımızı adeta esir almıştır. Ezilen ezildiğini, sömürülen sömürüldüğünü, kandırılan kandırıldığını, istismar edilen istismar edildiğini bilmeyebilir… Bunu kader sanabilir. Göz yumabilir. Susabilir. Onlar susabilir ama biz susamayız. Siyasal İslam’ın getirdiği karanlığa dur demek, onurlu aydınlık bir gelecek için emekçileri söz yetki ve karar sahibi kılacak bilinç, irade ve eylemi ortaya koymak Devrimci Öğretmenin görevidir. Eğitim Sen ise; -ister kamu hizmeti veren tarafta olsun ister kamu hizmeti alan tarafta- yoksul emekçin halkımızın ihtiyaçlarıyla devrimci öğretmenlerin gelecek aydınlık güzel günlere olan umut ve inancını birleştirmek zorundadır.
***
Laikliğe ihtiyacımız vardır!
Hem de öyle “özgürlükçü” sıfatıyla bezediğimiz türden değil, düpedüz laikliğe, “gerçek bir laikliğe” ihtiyacımız vardır. Eskiden sendika koridorlarında eski Türkiye’nin gerçekten laik olmadığı, laikliğin bizatihi özgürlükçü olmadığı tartışması vardı. Bugün – ne yazık ki- tartışılacak ve hatta kurtarılacak bir laiklik kalmamıştır. Bugünün mücadelesi; her yurttaşın haklarının gözetildiği ve fakat hiçbir yurttaşın dini imtiyaz sahibi kılınmadığı, kamunun dini referanslardan arındırıldığı ve eşit koşullar içinde bir arada yaşamın güvencesi olan gerçek bir laikliği kazanma mücadelesidir.
Tarihin “özgürlükçü laiklik” kavramını bize dayattığı 28 Şubat döneminde, ortada sahiden bir kırbaç vardı: Bir tarafta bu ülkedeki pek çok yurttaş gibi hak gasplarına uğrayan ama -bugün açıkça anlaşıldığı gibi- asıl dertleri kırbacı ortadan kaldırmak değil ele geçirmek olanlar; diğer tarafta kırbacı ve kırbaçları ortadan kaldırmak için ant içmiş olanlar, yani bizler vardık. Nasuh Mitap “Devrimcilik insanın insanlığa sahip çıkmasıdır” demişti. Bizler de, her türden kırbaca karşı, insanlığa sahip çıkma mücadelesi vermeye devam ediyoruz. İnançlı insanların inançlarını özgürce yaşayabilmesi de, inançsız insanların yaşamlarının güvence altına alınması da, kamunun özgürleşmesi de, toplumun özgürleşmesi de, inançların, inanç kimliklerinin ve hepsinden önemlisi aklın özgürleşmesi de ancak ve ancak gerçek bir laiklikle mümkün olabilir.
Laikliği kazanma mücadelesi, şüphesiz ki laik ve bilimsel bir eğitimi kazanmayı da içermelidir. Bugünün koşullarında, bir öğrenci örgün eğitim hayatı boyunca 648 saat zorunlu din dersi, 720 saat zorunlu seçmeli din dersi, yani toplam 1368 saat din dersi alırken, sadece 144 saat Felsefe dersi (belki 72 saat de Düşünme Eğitimi) alabiliyor.
Bu hesap “normal” (yani “imam-hatipleştirilmemiş”) kamu okulları için geçerli.
– Bu hesaba İmam Hatip Ortaokulları dahil değil,
– Bu hesaba sübyan mektepleri dahil değil,
– Bu hesaba Değerler Eğitimi adı altında tarikatların, imamların okullardaki faaliyeti dahil değil,
– Bu hesaba Kur’an tilavetiyle, hatim dualarıyla yapılan açılışlar, tarikat yurtlarına yönlendirilen öğrenciler, temel bilim derslerinin içeriğine zerk edilen dini dogmalar dahil değil…
Böyle karamsar bir tabloda, çocuklarımızın özgürce koşup oynayabileceği, soluk alabileceği bir yaşam için mücadele etmek bilhassa Eğitim Sen’in görevidir.
Çünkü Laiklik Yoksa Özgürlük Yoktur!
Çünkü Laiklik Yoksa Eşitlik Yoktur!
*Uğur Karslı, Eskişehir Şube Örgütlenme Sekreteri
Eğitim Sen 12 Dönem Genel Merkez Kongre Delegesi