Eğitim emekçilerinin ayağa kalkışı: Bu gerici abluka dağıtılacak!

Eğitim emekçilerinin ayağa kalkışı: Bu gerici abluka dağıtılacak!

PAYLAŞ
İstanbul

İstanbul Eyüp’te özel bir okulda okul müdürü olarak çalışan 74 yaşındaki İbrahim Oktugan’ın bir öğrencinin silahlı saldırısı sonucu yaşamını yitirmesiyle başlayan süreçte ülkenin her yerinde basın açıklamaları, ardından da eğitim sendikalarının tamamına yakınının katılımıyla Cuma günü 1 günlük iş bırakma eylemi yapıldı. Yapılan eylem çağrısı gerek iş yerlerinde gerekse alanlarda sendikaların öngörü ve beklentilerini aşan bir karşılık buldu.

Cinayetin kendisi eğitim emekçilerinin uzunca bir süredir biriken sorunlarının üstündeki perdenin düşmesine neden olurken, olaya karşı ülke genelinde yükselen tepkilerin yaygınlığı ve kitleselliği de bu sorunlara karşı mücadele yöntem ve dinamikleri konusunda önemli dersler içermektedir.

Yaşanan cinayet, AKP iktidarının eğitim alanında yıllardır sürdürdüğü gerici-piyasacı politikalarının sonuçlarının eğitim emekçileri ve toplum nezdinde görünür olduğu bir sonuç doğurdu. Eğitim emekçilerinin her gün biraz daha yoksullaşması, açlık sınırının altındaki emekli maaşları, atanmayan yüz binlerce öğretmenin özel sektörde ucuz iş gücü ve çalışanların ücretleri üzerinde baskı aracı olarak kullanılması, eğitimdeki gerici kuşatmanın yarattığın toplumsal tahribatın doğurduğu şiddet kültürü bütün toplumsal kesimlerce sorgulanır hale geldi.

SOKAKTAN YÜKSELEN SES “TARİKATA DEĞİL, LAİK BİLİMSEL EĞİTİME…

Eğitim emekçilerinin geliştirdikleri refleksin temelinde, yaşanan cinayet olsa da bir bütün olarak eğitim alanında biriken sorunlara (ÖMK, Yoksullaşma, Şiddet, Müfredat vb…) karşı duyulan öfke, eylemlere katılıma ve alanlarda atılan sloganlara yansımıştır. Neredeyse bütün alan etkinliklerinde güçlü bir şekilde atılan “Bakan İstifa” ve  “Tarikata Değil Öğretmene- Eğitime Sahip Çık”  sloganları önümüzdeki dönemin mücadele başlıklarını ortaya koymaktadır.

Eğitimin gericileştirilmesinin son noktası sayılabilecek yeni müfredat değişikliğine ve değişikliğin mimarı olan Bakan Tekin’e karşı etkili bir muhalefet ortaya konması gerekliliği alanlara çıkan eğitim emekçilerinin ortak talebi haline gelmiştir.

AKP iktidarının eğitimdeki dincileştirme ve piyasalaştırma uygulamalarının son adımı olarak ortaya çıkan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kamuoyunda sıklıkla tartışılmasına karşın bütünlüklü ve birleşik bir mücadele hattı henüz ortaya çıkartılamamıştır.  Programının hazırlanış biçimi, siyasal ideolojik amaçları ve felsefi temeli göz önünde bulundurularak meseleyi teknik tartışmaların ötesinde taslağın bir bütün olarak reddini esas alan bir anlayışla mücadele edilmesi gerekliliği ortadadır. Bu çerçevede müfredat değişikliğinin hayata geçirilmesi durumunda yaşanacak olumsuzlukların basit, açık ve anlaşılır bir şekilde toplumla paylaşılması meselenin vahametinin anlaşılması açısından önemlidir.

Yapılacak değişikliklerle milyonlarca öğrenci eğitim biliminin evrensel ilke ve referanslarından koparılarak subjektif (dinsel- ahlaki) normları esas alan formatla sistematik bir biçimde cehalet içine itilmektedir. Müfredat değişikliği ile evrensel, bilimsel değerleri esas alan soran sorgulayan yurttaşlar yerine, tarikatlara mürit yetiştirmek hedeflenmektedir.

Öte yandan müfredat değişikliği ile her eğitim kademesinde yaşanacak niteliksizleşmeye koşut olarak, kamu okullarından, nispeten özerk bir eğitim içeriği uygulayan özel okullara doğru bir kayışın olacağı öngörülmektedir.  Bu durum AKP’nin eğitim alanındaki gerici-piyasacı ajandası açısından bir kazan-kazan durumudur.  Bir yandan eğitimi kendi ideolojik politik ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlerken, diğer yandan teşvikler ve müfredattaki değişiklikleri yolu ile kamu okullarını niteliksizleştirerek özel okullara yönelimin önünü açmaktadır.  Eğitimdeki ticarileşme hız kazanmaktadır.  Bu yönüyle mevcut müfredat değişikliğine karşı, eğitimin gericileştirilmesini, “nitelikli” eğitimin parası olanlar için bir ayrıcalık haline getirilmesini ve kamusal eğitiminin tasfiyesini eksenine oturtan bir mücadele hattı esas alınmalıdır.

İKTİDARIN ŞİDDET POLİTKASINA KARŞI BİRLEŞİK MÜCADELE

Bunun yanında yaşamını yitiren İbrahim Oktugan’ın kamudan emekli olduktan sonra ilerleyen yaşına rağmen çalışmak zorunda oluşu; eğitim emekçilerinin, emeklilikle birlikte yaşadığı ekonomik kayıp ve mağduriyetlerin ortadan kaldırılmasına dönük bir çalışmanın gerekliliğini göstermiştir. Bugünden sonra, ek ödemelerin taban aylığa yansıtılması talebi başta olmak üzere, eğitim emekçilerinin emeklilik sürecinde yaşadıkları kayıplar iş yerlerinin temel gündemleri olmak durumundadır.

Bu eylem aynı zamanda, eğitim emekçilerinin farklı istihdam biçimlerine karşın (kamu- özel sektör) birleşik mücadele olanaklarını büyüten bir çerçeve sunmuştur. 10 Mayıs süreci, eğitim emekçileri açısından kamu-özel ayrımının kırılganlığını göstermesi açısından da önemlidir. İktidarının eğitim işkolunda hedeflediği temel istihdam biçiminin bugün özel sektör emekçilerinin yüz yüze olduğu kölelik koşulları olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle öncelikle özel sektör – kamu ikiliğini aşacak birleşik mücadele, ortak örgütlenmeye dair bir biriktirme ve tartışmayı sendikal kamuoyunun gündemine sokmak zorunluluktur.

Alanda sıkça dillendirilen “Eğitimde Şiddet Yasası” kulağa cazip gelse de ÖMK sürecinde gördüğümüz üzere; AKP iktidarının konuyla ilgili hazırlayacağı bir yasanın kendisinin daha büyük sorunlara neden olması kuvvetle muhtemeldir. “Ayrıcalıklı” bir yasa talebi değil, siyasal iktidar eliyle yaratılan örnekleri çokça bulunan “ayrıcalıklı” olanlara cezasızlık sistemine karşı mücadele toplumsallaşmalıdır.  Dolayısıyla bu meseleye ilişkin derinlikli ve çok boyutlu bir tartışmayı eğitim bileşenlerinin tamamıyla yürütmeye ihtiyaç vardır.

Önümüzdeki dönem açısından yukarıda ifade edilen başlıklar çerçevesinde eğitim alanındaki gerici piyasacı kuşatmaya karşı yürütülecek mücadelenin, AKP eliyle kurulmaya çalışılan gerici-faşist rejime karşı mücadeleden bağımsız düşünülemeyeceği açıktır. Özellikle müfredat meselesi, iktidar açısından nasıl ki yeni rejimin tesisi noktasında tarihsel bir hesaplaşma olarak görülmekte ise, bu rejime karşı direnenler açısından da aynı bütünsel kavrayış ile karşılanmalıdır. Meseleyi eğitim alanında rutin bir değişiklik olarak görmek, ona karşı yürütülecek mücadelenin de sendikal rutin içine sıkışan, toplumsal bağını kuramayan hal almasına sebep olacaktır.

BOYKOT!  ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN

Eğitim Sen 4+4+4 sürecini aşan bir kararlılık ve dirençle müfredata karşı yürütülecek mücadeleyi örmek zorundadır. Meselenin toplumsallaşması, geniş halk kesimleri tarafından sahiplenilmesi; eğitim emekçilerinin göstereceği kararlılık ve politik-pratik kararlıkla mümkün olacaktır. Müfredatın eylül ayı itibari ile uygulanmaya başlanacağı gerçeği göz önünde bulundurularak bu eğitim öğretim döneminin sonuna kadar bütün toplumsal kesimlerin katılacağı her türden fiili-meşru mücadele seçeneklerinin Eğitim Sen öncülüğünde değerlendirilmesi gerekliliği açıktır.  Bu yönüyle müfredatın uygulamaya geçeceği Eylül ayına kadar yürütülecek mücadele ile Eylül ayından sonra yapılacaklar doğru biçimde planlanmalı, okullar kapanmadan önce müfredat tartışmaları güncelliğini korurken gerici müfredat taslağının geri çekilmesi talebiyle velileri de özne kılacak şekilde, DKÖ ve siyasi partilerle birlikte bir BOYKOT çağrısı toplumun gündemine sokulmalıdır.

Gerek İbrahim Oktugan cinayeti gerekse müfredat değişikliği ile toplumun bütününün eğitimin ve eğitimcilerin sorunlarına odaklandığı bu dönemde Eğitim Sen’in alacağı eylem etkinlik kararları katılımdan bağımsız olarak bir direniş odağı oluşturmak ve tüm toplumsal kesimleri bu direnişe çağırmak noktasında anlamlı olacaktır.  Müfredat değişikliğini toplumun ve eğitim emekçilerinin kabullendiği görüntüsünün oluşmasına neden olacak bir sendikal rutin ile bu dönemin geçirilmesine izin verilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki; karşımızda inşa ettikleri yeni rejimin kurumsallaşarak kalıcı hale getirilmesi yönünde tüm tuşlara aynı anda basan bir gayri nizami bir iktidar ve bu duruma uyumlanan bir düzen muhalefeti var.  O halde yapılması gereken bu gayri nizami iktidar ve düzen muhalefeti karşısında; memleket için bir sorumluluk duygusuyla, rejimin surlarında gedik açacak bir mücadeleyi açığa çıkaracak örgütsel- toplumsal bir seferberlik içine girmekten başka bir seçenek yoktur.

Eğitim ve bilim emekçilerinin TÖS ve TOB-DER’den devraldığı mücadele bayrağı ve tarihi, bu ablukayı dağıtacak birikim ve olanaklara sahiptir.

Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD) Eğitimciler Türkiye Yürütmesi