DSD TÜRKİYE YÜRÜTMESİ: ‘İKTİDARIN SEFALETİ, SERMAYENİN ZENGİNLİĞİ; EMEK ÖRGÜTLERİ BEKLEYEMEZ!’

DSD TÜRKİYE YÜRÜTMESİ: ‘İKTİDARIN SEFALETİ, SERMAYENİN ZENGİNLİĞİ; EMEK ÖRGÜTLERİ BEKLEYEMEZ!’

PAYLAŞ

AKP 20 yıllık iktidarı boyunca, iktisadi, idari, siyasi sistem, toplumsal yaşam ve emek rejimi açısından köklü dönüşümler yaparak tüm toplumsal alanları ve bağları sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda piyasa mantığına uygun olarak düzenledi, emek sömürüsünü derinleştirdi. Öncelikle emeğin örgütlü gücü sendikaların önüne yasal ve fiili engeller çıkarılarak, yandaş sendikalarla emek hareketinin etkisi sınırlandı. Güvencesiz, esnek, kuralsız, taşeron çalışma esas istihdam biçimi haline getirildi. Kamusal hizmetler özelleştirmeler yoluyla piyasalaştırılarak ticari meta haline, yurttaşlar müşteriye dönüştürüldü. Bütün bu dönüşüm kamu olanakları seferber edilerek gerçekleştirilirken, laikliğin kırıntısına bile tahammülsüz siyasal İslamcı gericiliğin hâkim kılındığı bir iklimle yeni bir kamusal hayat yaratıldı.

Uzunca süredir yaşanmakta olan ve derinleşen ekonomik kriz ve yarattığı derin ve mutlak yoksulluk esasen AKP’nin politik tercihlerini emekçi halk kesimlerinden yana değil sermaye sınıfından yana kullanmasının sonucudur. Kamunun tasfiye edildiği, çalışma yaşamının bir bütün olarak lime lime edildiği, emeğin değersizleştirildiği talan ve yolsuzluk düzeni yanı sıra toplumsal yaşamın her alanında uygulanan siyasal İslamcı, gerici politikalar ile toplumun boyunduruk altına alınarak sindirilmek istendiği despotik bir yönetim anlayışı fütursuzca hareket etmeye devam etmektedir. Bir türlü kuramadıkları kültürel hegemonyanın tesisi için konser yasakları olağanlaştırılıyor, sanatçıların giyim, kuşamları üzerinden baskı yaratarak toplumun yaşam biçimine müdahale ediliyor. Bu tür gerici, dinci uygulamalar ile laik bir yaşamın zerresi dahi tahammülsüzlük konusu yapılıyor. Toplumun haber alma, direnme, örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğünün önünü kesmek için sansür yasası ile dikensiz bir gül bahçesi yaratılmak, toplum kuşatılarak adeta nefessiz kılınarak muhalefet etme kanalları yok edilmek isteniyor. Meslek odaları ve sendikalar bir kez daha hedef tahtasına konuluyor. Örgütlü toplum iktidar açısından yaşamsal bir tehdit olarak değerlendiriliyor. Yerel ve uluslararası sermaye ile çevresel tahribatlara devam edilmekte ve doğal yaşam alanları gün geçtikçe ciddi anlamda daraltılmakta, tüm yaşam zeminleri kapitalizmin “yüksek yararına” hizmet verecek şekilde planlanmaktadır.

Ülkemiz işsizliğin ve yoksullaşmanın tüm toplumun temel gündemi olduğu bir süreçten geçmektedir. Sıradanlaşan ekonomik kriz ortamında tüm emekçiler; insanca yaşayacakları bir ücret şöyle dursun, yarı zamanlı, kayıt dışı, asgari ücretin de altında çalışmaya mahkûm edilmek isteniyor. Kadınlardan taciz tecavüz ve şiddet karşısında susmaları, daha zor koşullarda, daha ucuza köle gibi çalışmaları, geleceklerine dair plan yapamayan, geleceklerinden umutsuz gençlerden ise bir çözüm yokmuşçasına seçeneksizliğe boyun eğmeleri isteniyor.

Ülkemiz böylesi ağır bir siyasal atmosfer içinde genel seçimlere doğru ilerliyor. Rejimin oylanacağı referandum niteliğindeki 2023 seçimleri için din istismarı üzerinden toplum kutuplaştırılmaya ve anayasa değişikliği ve türban tartışmaları içine hapsedilerek yaşadığımız ekonomik, sosyal, siyasal krizin üstü kapatılarak gözlerden kaçırılmak isteniyor. İktidarın, İstiklal ’deki terör saldırısını kendisi için “Allah’ın lütfuna” dönüştürmeye çalıştığı bir süreçten geçiyoruz. Diğer taraftan seçim sathı içerisinde iktidarın her yolu deneyerek savaş politikalarıyla ömrünü uzatma derdinde olduğu açıktır. Bir seçim stratejisi olarak savaşın gündeme getirilmesi yeni felaketlerin kapısını aralayacaktır. Doğru bir muhalefet çizgisinin iktidarın savaş politikasının arkasına dizilerek değil barış ve kardeşlik siyaseti etrafında kurulabileceği açıktır. Memleketin üstüne çöken zifiri karanlığın yırtılıp atılması, devrimci demokratik bir Türkiye için dönüşüm ancak kamucu, laik, eşitlikçi, bağımsızlıkçı, emekçilerin birleşik mücadelesini esas alan amansız bir politik mücadeleden geçiyor.

Bu noktadan hareketle memleket meselesine odaklanmış siyasal, sendikal ve toplumsal bir mücadele hattını kuvvetlendirecek bir devrimci perspektifle, her geçen gün farklı düzlemde saldırıya geçmiş iktidar bloğunu yenilgiye uğratmak tarihsel bir zorunluluktur

KESK’e DAİR… HAVLU ATMANIN BİÇİMLERİ

KESK’in sendika yönetimlerinde giderek yaşanan bürokratikleşme, iş yerlerinden kopma, KESK’i yaratan değerlere ve emekçilere yabancılaşma, kongrelerin sadece koltukların nasıl paylaşılacağına indirgendiği bir kongre siyasetine hapsolma, meclislerin yapısında ve işleyişindeki bozulma, bir sendikal anlayışın siyasal ihtiyaçları doğrultusunda mutabakat kültürünün aşındırılması ve çoğunlukçu anlayışın giderek yerleşmesi gibi yapısal sorunlara eğilmeden kurucu iradenin doğru biçim ve araçlarla kendini kurması da zorlaşacaktır. Bu tartışma aynı zamanda kurucu irade olarak ortaya koyacağımız alternatifin inşası için de çok önemlidir. Gerici-faşist AKP-MHP iktidarının sona erdirilmesi bütün emekçi sınıflar açısından öncelikli ve birincil mücadele alanıdır. Siyasal İslamcı gericiliğe karşı laikliğin, özeleştirme ve piyasacılığa karşı kamuculuğun, emperyalizme karşı tam bağımsızlığın, faşizme karşı demokrasi seçeneğini yaratma mücadelesinde 2023 seçimlerinde memleket için sorumluluk almak hiçbir surette savsaklanamayacak önemdedir.

Bugün emek örgütlerinin nesnel gerçeklik üzerinden sürecin ve sınıfın ihtiyacına cevap verecek programının olmaması emekçilerin yüzleşmesi gereken acı bir tablodur. Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal, sosyal ve ekonomik krizinin yaşandığı bu süreçte, emek- sermaye çelişkisini kitlelere anlatacak bir mücadele programına acil olarak ihtiyaç vardır.

Bütçenin nasıl pay edileceği meselesi, siyasal iktidarların dayandığı sınıfsal gerçekliği ve politik tercihlerini göstermesi açısından bir ülkenin en politik konusudur. Bu konuyu es geçmek, açık ifadeyle kendisine sınıf örgütü diyen sendikaların, sınıfa ve ekonomik- demokratik mücadele perspektifine ne kadar yabancılaştığını gösterir. Sendikalar, bütçe görüşme dönemini hazırlık safhasıyla beraber, bir mücadele dönemi olarak geçirmesi gerekirken neredeyse gündem dışı kalmıştır. En son KESK’in 17 Aralık miting kararı sonuçları açısından değerlendirildiğinde, sınıf kitle mücadelesini ve mutabakatını yok sayan, bütçe görüşmelerini ıskalayan/dışına düşen takvimi gibi ve sair nedenlerle sendikal kadroları bile ikna etmekten uzak noktaya sürüklenmesine ve mitingin “ fiilen iptal” edilmesine neden olmuştur. Mevcut haliyle KESK, bağlı iş kollarıyla kurduğu asimetrik ilişki sonrası kadrolarla ve üyelerle bağını koparan askıda bir konfederasyon görüntüsü vermektedir.

Ekonomik buhrana ve sosyal ve kültürel çoraklaşmaya karşı emekçilerin ve sınıf hareketinin yeterli yanıt verememiş olması toplumsal mücadele açısından büyük bir handikaptır. Kaybettiğimiz haklarımız ve mevzilerin yeniden kazanılması büyük bir özveriyi, ideolojik, politik bir bakış açısının inşasını gerektirir.

EMEK ÖRGÜTLERİ YEDEK KULUBESİNDE BEKLEYEMEZ! ŞiMDİ G(ö)REV BAŞINA!

Siyasal iktidarın, sermayeyi önceleyen grev yasaklamaları, sermayenin önünü açan hukuk ve mevzuat dışı uygulamaları emekçi halk kesimlerini yok saymakta, emekçi halkımızın derin bir yoksulluk içerisinde krize sürüklenmesine neden olmaktadır. İş kazalarındaki artış ve artan ölümler, yoksulluğun pençesinde seçeneksiz kalan insanların intihar girişimleri ve gerçekleşen ölümleri, çocuk işçi sayısındaki artışa neden olan eğitim politikaları, işsiz sayısındaki artışın neden olduğu ücret baskılanmaları, kadını toplumsal yaşamın dışına iten dinci ve gerici söylemler ve uygulamalar, kamuculuğun ve laikliğin tasfiyesiyle tarikat ve cemaatlerin pençesine itilen yoksul kesimler; iktidarın iç politikayı tahkim amaçlı kullandığı savaş yönelimli dış politikaları sonucunda ortaya çıkan mülteci sorunu ve mültecileri hedef gösteren ırkçı ve milliyetçi söylemler karşısında emek örgütlerinin birleşik bir mücadele hattı kuramamış olmasının önemli bir payı vardır. İfade edilen sorunların ortaya çıkışında siyasal iktidarın beceriksizliğine atıf yapmak ya da yönetemedikleri gibi bir yaklaşım sergilemek, mevcut saray rejiminin ideolojik referanslarını (siyasal İslamcı neo-liberal iktisat politikalarını) yok saymak anlamına geleceği gibi, toplumsal muhalefet güçlerinin de tarihsel olarak oynaması gereken rolün açığa çıkmasına da engel olmaktadır.

Mevcut düzenin köklü eleştirileri doğrultusunda, siyasal İslamcı tek adam rejimini de hedefe alan, siyasal iktidarın siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunların kronikleşmesinde başat olan politikalarının 20. yılını yaşadığımız bu dönemde yapılamayanların nedenleri ve sonuçları konusunda birçok tartışma yapıldı, yapılmaya devam edecektir. Yoksullaşmanın ortaya çıkardığı toplumsal krizi aşacak bir mücadele perspektifi ortaya koymak için emekçilerin gündeme damga vuracak gerçek siyaset bugünün temel ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı tüm toplum kesimleriyle birleştirecek bir sendikal politik hatta ihtiyaç vardır. Bugün örgütlü emek güçlerinin yedek kulübesinde oyuna dâhil edilmeyi beklemeden, sermayenin ve siyasal iktidarın elinden bu topu alması için sahaya inmesi gerekmektedir. Asgari ücret komisyonu, hakem heyeti gibi kurumlar anlamını yitirmiştir. Asgari ücret masasından kalkmak yetmez, gereğini yapmak acil bir görevdir. Milli güvenlik nedeniyle grev yasaklamaları BEKAERT işçilerinin greve devam kararıyla anlamını kaybetmiştir. Ülke seçimlere giderken, sandığa havale edilmiş “muhalefet” perspektifinde, yine emekçilerin payına sefalet ve sömürü düşecektir.

Hem bugünün Türkiye’sinin sömürü çarkını reddetmek, hem de geleceğin Türkiye’sinde emekçilerin söz sahibi olması için atılması gereken adım bellidir. Ocak ayından itibaren bütünlüklü bir hat doğrultusunda tabandan ve işyerlerinden doğru örgütlenecek, emekçilerin söz ve karar sahibi olduğu “Emekçiler G(ö)REV’e, Genel GREV’e” çağrısı ve “20 Yıl YETER! Yoksullaşıyoruz!” “Emekçiler İnsanca Yaşamak İSTİYOR!” demektir. Bu tarihsel G(ö)REVİ yerine getirmek tüm emek örgütlerinin ertelenemez ve acil görevidir. Bugün değilse ne zaman. Bu yirmi yıl içerisinde biriken sorunlar karşısında tarihsel görevini yerine getirmeyen emek örgütleri emekçilerin nazarında yok hükmündedir. Tarihi olarak sorumluluk almalı, emekçilerin talepleri lehine bir hattın toplumsallaşması sağlanmalıdır.

Bu sorumluluk bağlamında gösterilecek irade genel seçim öncesinde emek-sermaye çelişkisi üzerinden örülecek pratik bir sendikal hat, emek mücadelesinin ve sendikal mücadelenin turnusolu olacaktır. Şimdi GREV ve G(ö)REV başına!

DEVRİMCİ SENDİKAL DAYANIŞMA

TÜRKİYE YÜRÜTMESİ