Trafiksiz saha (yaşam) hakkı? – Erbil Karakoç

Trafiksiz saha (yaşam) hakkı? – Erbil Karakoç

PAYLAŞ

Biz Kızılderiliyiz ve anlamıyoruz. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgârın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanlarının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp gelmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizler için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı solur. Beyaz adam için, bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak; havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmemiz gerekecek. Çocuklarınıza havanın kutsal bir şey olduğunu; havanın temizliğine önem vermek gerektiğini öğretmelisiniz. Hem nasıl kutsal olmasın hava? Atalarımız doğdukları gün ilk soluklarını, ölürken de son soluklarını bu havayla solumuşlardır

Yeryüzünü saran dünyayı kirleten havayı suyu kullanılmaz hale getiren arabalar, trenler, vapurlar, uçaklar “zararlı yakıt tüketen taşıma araçlarının bütünü” alternatif yenilenebilir yakıt bulunmadığı sürece zararlı yakıt tüketimine devam edeceklerdir. İnsan ve araç ordusuyla birlikte sistemin yoğurup attığı trafik tortuları sarmış dört bir yanımızı. Gece ve gündüz süren büyük bir kaos içinden çıkılması güç bir ulaşım keşmekeşi dörtbir yan. Bu kaosun çözümü daha büyük yollar daha uzun raylar daha daha büyük hava alanları limanlar yapmak mıdır. Çözüm her tarafı kalkışa hazır araç pisti olmuş bir yerküre midir ? Hiç durmadan oradan oraya taşınan insan ve mal. Bu sistem gerçekten sürdürüle bilir mi ? Herhangi bir şehrin trafiğini, dünya kapitalist trafiğinin akışı dışında düşünebilir miyiz? Eskiden lüks sayılan ve zenginliğin göstergesi otomobillerden şimdi kimi ailelerde ikiye hatta üçe çıkması kültürel bir sorun olmakla beraber konformizmin bataklığı olarak görmeyip ülke zenginliği ve kişi itibarı olarak mı göreceğiz? Kentte, kasabada hatta kırsalda yürüme hakkı elinden alınmış yayalar, engelliler, yaşlılar, hastalar, çocuklar olarak araç orduları gölgesinde daha ne kadar yaşam kendi sadeliğinde akabilir? Gürültü, göz zevkini bozan renkler, araçlar üzerindeki anlamsız göze diken gibi batan reklamlar, şirket isimleri, belediye isimleri, kent isimleri ve tekeri dönen her şeye yapıştırılmış ilanlar. Yol işaretleri, kavşak işaretleri büyük büyük levhalarla uzayıp giden içinden çıkılması mümkün olmayan labirent ağları. Kısacası oradan oraya savrulan küçüklü büyüklü konserve kutuları içinde geçen yaşamlar. Trafik çilesinden kurtulmak için beğendiği istediği yerde değil de işine çalıştığı kuruma yakın oturma kaygısı çalışma sahalarına yakın olan yerleşim birimlerinde astronomik ev fiyatları kiralar. Yollarda geçen ölü zamanlar… Yorgunluklar… Kazalar… Kaliteli konforlu nitelikli ulaşımdan uzak kalmış kentler… Okulsuz mahallelerin servis taşımacılığı… Toplu taşıması toplama kampına dönüşmüş belediyecilik anlayışları… Yeni alınan beş on otobüsle sorunun çözüleceği yanılgısı… Yüksek yakıt fiyatları ve yüksek tarifeler… Evet tüm bunlar insanlığın nitelikli ucuz ulaşım hakkını doğuruyor. Aynı zamanda devletin kamusal ulaşım hizmetine daha fazla kaynak ve yatırım yapmasını isteme hakkımızı doğuruyor. Toplu taşımacılığı özendirmek için duyarlılığın artması ve toplu taşımanın daha ucuz ve güvenli olması için farkındalığın yaratılması gerekiyor. Ucuz, nitelikli, ve erişilebilir ulaşım hakkı mücadelesi maaşlı sistemde çalışanların olmazsa olmazı olaraktan kanayan bir yara.
Haklar mücadelesi zamanın getirdiği zorluklar ve zamanın bilinç sıçramasıyla ortaya çıkar. Örneğin bundan iki yüz yıl önce “hayvan hakları” denildiğinde herkes aklımızı kaçırdığımızı düşünürdü. “Bugün trafiğe çıkmama/ çıkarmama hakkımı kullanıyorum geniş yollarda elimi kolumu sallaya sallaya yürüyeceğim”dersek, hatta daha ileriye gidip kent içinde toplu taşımanın dışında araç kullanmak yasaklansın dediğimizde ve hatta önce sağa sonra sola sonra tekrar sağa ve siyah direkteki üç renge bakmaktan boynumun tutulmasını istemiyorum dediğimizde, ışık yandığında karşıya geçmek için kırbaç yemiş at gibi koşmak istemiyorum dediğimizde, şimdilik iki yüz yıl öncesinin yargılarına dönmüş olmak içten bile değil. Ama bundan belki çok uzun değil(tarih hızlı akıyor) on, yirmi yıl sonra araç kullanmama trafiğe çıkmama ve geniş yollarda yürüme hakkı-talebi, insan hakları- talebi olmayacağını kim iddia edebilir?
Hadi tarihi biraz daha hızlandıralım. Çünkü paralel evrenin çok gerisindeyiz Önümüz yerel seçim, yerel seçime girecek partilerden ve adaylarından “ trafiği nasıl azaltacaksınız, gürültü kirliliğini nasıl önleyeceksiniz, kaldırımlarda üzerinden atlamak zorunda kaldığımız araçlar için nasıl bir projeniz var diye soralım. Kent içi ulaşımı ucuz ve kaliteli yapmak için projeniz nedir diye soralım. Kent dışına taşınan hastaneler, otogarlar, okullar trafik çilemize çile katmaktan başka ne gibi avantajı oldu diye soralım.
Ve dönüp kendimize soralım her gün içinde birer kişiyle trafiğe çıkan arabaların zaman yakıt kirliliği sadece o araçları kullananlarımı ilgilendiriyor? Çevreye verdikleri zararı, soluduğumuz karbonmonoksitin, klakson sesi kirliliğinin ve diğer yaşama hakkı olan canlılara verdikleri çeşitli zararları düşünmeden öylece yanlarından mı geçelim? Son bir şey daha artık şehirdeki ağaçların yaprakları sararıp solmuyor, yere düşen yaprakların üzeri yanıklarla dolu!