SARAY REJİMİ DÖKTÜĞÜ KANDA BOĞULACAK!

SARAY REJİMİ DÖKTÜĞÜ KANDA BOĞULACAK!

PAYLAŞ

Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin Ortadoğu üzerinde paylaşım savaşları günümüzde de devam etmektedir. ABD’nin Afganistan ve Irak’tan sonra Suriye’ye şeyhlikle, krallıkla yönetilen ülkeleri de yanına alarak sözde demokrasi götürme hevesi Irak’tan sonra Suriye’yi de kan gölüne çevirmiş, özellikle Rusya’nın da Suriye’nin yanında saf tutmasıyla oluşan yeni dengeler Suriye konusunda ABD’nin başını çektiği emperyalist bloğun hesaplarının da bozulduğu bir süreci ortaya çıkarmıştır.

Suriye’ye müdahale konusunda bölge ülkelerinden Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye aktif rol almış, özellikle kraldan daha kralcı tutumu ile AKP iktidarının Suriye’deki muhalifleri destekleme çabası Özgür Suriye Ordusu’nun dağılması ile EL Nusra, IŞİD’in sahneye çıkması ile de verilen destek aynen devam etmiştir. Eli kanlı cihatçı çetelerin üssü haline getirilen Türkiye, milyonlarca Suriye vatandaşının Türkiye’ye gelmesi ile mülteci dramı ile de baş başa kalmıştır.

10 EKİM KATLİAMINA NASIL GELİNDİ…

11 Mayıs 2013 tarihinde 52 yurttaşımızı kaybettiğimiz Reyhanlı Katliamı ve sonrasında dönemin Başbakanı Erdoğan’ın 52 Sünni vatandaşımızı kaybettik söylemi Ortadoğu’daki mezhep savaşlarının Türkiye’ye çok uzak olmadığının da bir göstergesi olmuştur.

Ülkemizi Ortadoğu bataklığına çekmek için can atan AKP’nin Türkiye’yi Suriye ile savaşa sokma hevesi kursağında kalırken, özelikle 7 Haziran seçimleri sonrası yarattığı kaos ortamı Türkiye’yi hızla tipik bir Ortadoğu ülkesine çevirmektedir.

20 Mart 2014 tarihinde Niğde’de IŞİD saldırısı sonucu 1 polis, 1 jandarma ve 1 sivil yurttaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan IŞİD’lı canilerin mahkemeye bile çıkarılmamaları, Musul konsolosu ve konsolosluk çalışanlarının IŞİD tarafından kaçırılması sonrasında IŞİD’la resmi olarak diplomasi yürüten ilk ülke oluşumuz, Türkiye sınırının IŞİD tarafından yolgeçen hanına dönmesi Başbakan Davutoğlu’nun IŞİD’le aramızda 360 derece fark var söylemini de haklı çıkarmaktadır.

IŞİD’e karşı Kobane’de ortaya konulan destansı direniş, başta ABD olmak üzere AKP’nin de bölgedeki hesaplarını alt üst etmiştir. 20 Temmuz 2015 tarihinde Kobane ile dayanışmak için Suruç’a giden sosyalist gençlere dönük canlı bomba saldırısı sonrası yaşanan katliamda 32 gencimiz hayatını kaybetmiş, yapılan bu saldırı ile sosyalistlere bir gözdağı verilmek istenmiştir.

Suruç katliamı sonrası barış sürecinin sonlandırılarak, yeniden 90’lı yılları aratmayan bir çatışma ve kaos sürecinin başlatılması, 7-8 Eylül tarihlerinde başta HDP binaları olmak üzere parti binalarını, Kürt yurttaşlarımıza ait işyerlerini ve Kürtlere yönelik saldırı ve linç girişimleri kardeşliğimize ve bir arada yaşam irademize yönelmiştir. Sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işareti ile 17 Eylül’de teröre hayır kardeşliğe evet adı altında TOBB, TÜRK-İŞ, MEMUR SEN v.b yandaş örgütlerin katılımı ile Ankara’da miting düzenlenmiş, düzenlenen mitingle AKP’nin savaş politikalarına meşruluk kazandırılmaya çalışılmıştır.

13 yıllık AKP iktidarında uygulanan ırkçı, gerici ve neo-liberel politikalara karşı muhalif yönü ile öne çıkan ve her daim AKP’nin saldırılarından aslan payını alan KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin çağrısı ile 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da yapılması planlanan “ Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne yapılan canlı bomba saldırısı ile Türkiye tarihinin en büyük katliamı yaşanmıştır. Yapılan katliamla emekten, barıştan ve demokrasiden yana olan tüm kesimlere gözdağı verilmek istenilmiştir.

10 Ekim 2015, Türkiye tarihinde yaşanan en büyük, en kanlı ve alçakça uygulamaya konan siyasal bir katliamdır. Ankara Katliamı sistemli tırmandırılan saldırıların vardığı zirvedir. Bundan sonrası artık Türkiye’de her şeyin olabileceği bir dönem olarak görülmelidir. Bu da memleketin uçurumun kenarına doğru hızla yuvarlanmakta olduğu anlamına gelmektedir. Emek, barış, demokrasi için Ankara’ya gelen, sokağa çıkan çocuk, genç, yaşlı, anne, baba demeden 100 arkadaşımızı haince katlettiler. Türkiye’nin başkentinde bu alçakça saldırıyı düzenleyenler türkülü, halaylı, barışçı bir 10 Ekim sabahını kana buladılar.

Suruç’la başlayıp, Ankara Katliamı’yla tepe noktasına çıkan canlı bomba saldırısında Türkiye halkının emek,  barış, demokrasi güçlerini hedef alan sinsi bir plan uygulanmıştır. Ankara Katliamı; Türkiye’nin, ciddi yönetim krizi/karmaşası yaşadığı, hukukun hiçe sayıldığı, hükümetin, diktatör heveslilerinin yolsuzluğa battığı, Suriye’de yaşanan kaos ve IŞİD sorunuyla oluşan mülteci trajedisi ile provokasyona açık bir zeminde yaşanmıştır. AKP’nin Suriye’de iflas etmiş politikaları, Türkiye’yi gitgide şiddet ve terör çemberine sürüklemeye devam etmektedir. Bölge hangi dramı yaşıyorsa Türkiye de benzer dramların sarmalına girmektedir. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da yüzlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına yol açan intihar saldırıları, bizleri tedricen Ortadoğu girdabına iterken, sonrasında ise daha büyük trajedilere duygularımızı hazırlamaktadır.

 Ankara Katliamı’nın arka planını irdelerken, çıkarılacak sonuçlar için bazı durumları dikkate almak gerekiyor; Bu saldırının yakın hedeflerinden birisi “1 Kasım Seçimleri”dir. Dünden bu güne ‘derin devlet’in bu ülkede “rutin dışı” yapmadığı komplo kalmamıştır. Bir ara ‘derin devlet’le mücadele ediyormuş görüntüsü veren AKP iktidarı, yeni rejime geçtikten, kendisi devletleştikten sonra, artık ‘derin devlet’in bilindik yöntemlerini kullanmaktan hiç de geri durmamıştır. 7 Haziran seçimlerinde çıkan sonucu hazmedemeyen, koalisyon seçeneği yerine tek başına hükümet olmak için ülkeyi tekrar seçime, kaosa sürükleyenlerin tutumu görmezden gelinmemelidir. “400 vekil verilseydi bunlar olmazdı” ifadesiyle bu durum tescillenmiştir. Bir mafya lideri, cumhurbaşkanını desteklemek için Rize’de düzenlediği mitingde “oluk oluk kan akacak” diyor, ertesi gün Ankara’da katliam oluyor. Türkiye tarihinin en karanlık günlerinde bile bir mafya reisinin siyasi miting düzenlediği görülmedi. Böyle bir şey ancak hukukun tümüyle ortadan kalktığı, siyasetçilerin sonuna kadar yolsuzluğa batıp mafyadan medet umduğu zamanlarda oluyor.

Diğer bir durum ise geçmişte yaşanan provokasyonları, 1 Mayıs 1977 katliamını, Maraş’ı, Sivas’ı, Çorum’u, Faili meçhul cinayetleri hatırlamanın gerekliliğidir. Doğrusu 10 Ekim Katliamı, Türkiye’nin yakın geleceğini tayin edecek önemli bir hedefin saklandığı tarihsel bir saldırı olarak görülmelidir. Geçmişte mitinglere silahla saldıranlar, çöp kutularına patlayıcı bomba koyanlar, çeşitli provokasyonlarla kitleyi dağıtmaya, morallerini bozmaya, korkutmaya çalışılırken, 10 Ekim Ankara saldırısı, yüz kişinin öldüğü, beş yüzün üzerinde yaralı ile geçmişte yaşananları aşmıştır. Katliamcılar; “Bir araya gelmeyin, kitlesel de olsa öldürmekten geri durmayız, Gezi Direnişi gibi örnekleri aklınızdan geçirmeyin, itiraz etmeyin, sokağa çıkmayın, yeni rejimin iktidarına tabi olun” mesajı vermektedirler.

Geçtiğimiz süreçte toplum kendisini, Türkiye’nin nesnel gerçekliğinin ötesinde, toplumsal mühendislik ürünü yaratılan etnik, dini, mezhebi bir saflaşmanın içinde bulurken, ötekileştirme ve saflaşma adeta yaşanmış diğer örneklerdeki gibi belirginleşmektedir. Benzer süreçlerden geçen halkların, milyonlarca can kaybına yol açan iç savaş durağını geçtikten sonra pişmanlık duydukları ve bir arada yaşamayı ancak trajik böylesi durumlar sonrası içselleştirebildikleri unutulmamalıdır. 13 Ekim akşamı Konya’da oynanan Türkiye-İzlanda maçında, katliamda yaşamını yitirenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşunu bir insanlık ayıbına dönüştüren güruh için söylenecek bir söz yoktur, onlar, ayıplarıyla yaşadıkça ezilecek ve küçüleceklerdir. Keza sosyal medyada yaşanan benzer durumlar da bundan farklı değildir.

Canlı bomba saldırısı toplumun tamamına yapılmış, barış ve demokrasi umudunu yok etmeye yönelmiştir. Katliamın sorumlusu AKP ve Saray rejimidir. Ankara’nın göbeğinde emek, barış, demokrasi güçlerinin katıldığı/katılacağı bir mitingde bomba patlatılırken, 13 yıldır yönetimde tek söz sahibi olan AKP iktidarının yaşanan bu katliama ilişkin aldığı herhangi bir tedbir bulunmamaktadır. Üstüne üstlük içişleri bakanı çıkıp “güvenlik zaafı yok” diyebilmektedir. Başbakan Davutoğlu NTV’de şoke edici ifşaatta bulunuyor; “Canlı bombaların listesi elimizde, ama Türkiye demokratik hukuk devleti, …eyleme dönüştürmedikçe tutuklayamazsınız. Türkiye’de sebepsiz yere insanları tutamazsınız…” Yani, elimizde liste var ama onları takip etmiyoruz ya da listedekileri takip ediyoruz ama eylem yapana kadar bekliyoruz, bir şey yapmıyoruz! Diyerek katliamda ki sorumluluklarını da itiraf etmiştir.

Artık 10 Ekim Katliamı’nda devletin parmağı var mı yok mu diye tartışmak bile yersizdir. Bomba patladıktan sonra alana ilk gelmesi beklenen sağlık ekipleri, ambulanslar olması gerekirken, ilk olarak polis ve tomalar gelirken, ağır yaralıların ve ölen arkadaşlarımızın üzerine gaz sıkılabilmiştir. Katliam protestolarına göz açtırılmazken, tetikçilerin, AKP iktidarı tarafından desteklenip, techizatlandırılan IŞİD’li çeteler olması da katliamın siyasal sorumlusunun AKP ve Saray rejimi olduğunu da açıkca ortaya koymaktadır.

Saray rejimi, yarattığını sandığı bir Türkiye’de artık kendi eseri olan kan gölünün etkisinde sersemlemiş durumdadır. Her ölümden AKP birinci derecede sorumlu olup, bunun tartışılacak bir tarafı kalmamıştır. AKP’nin artık Türkiye’yi yönetemediği, Erdoğan’ın kendisini kurtarmak için her şeyi göze aldığı algısı giderek daha çok kesimlerde karşılık bulmaktadır. Ankara katliamı, alt düzey 3 emniyet müdürünün açığa alınması ile geçiştirilebilecek bir husus değildir. Suruç saldırısı aydınlatılsa, canlı bomba ailelerinin şikâyetleri dikkate alınsa, takibat yapılsa en azından Ankara katliamının önlenebileceği açıktır. Türkiye’de bir cinayet önlenebileceği halde önlenmiyorsa, aydınlatılmayacağı da açıktır. Bu da gerçek faillerin devletin içinde olduğundan kaynaklanmaktadır.

10 Ekim Ankara Katliamı’nın sonuçlarına bakınca yaşamını yitirenlerin yaralarını hep birlikte sarmak, dayanışma içinde olmak birinci görevimiz olmalıdır. Ankara Katliamı’nın Türkiye’ye yaşattığı acının ve bıraktığı derin izlerin tesellisi belki mümkün değil. Bu teselli ancak Türkiye’de yaşayan emekçilerin, tüm halkın emek, demokrasi, barış idealleri üzerinden örgütlenmesi, devrimci bir siyasal örgütlenmede birleşmesi durumunda mümkün olabilir. Sabır ve inatla, kararlılık ve inançla örgütlenmek, çoğalmak, kitleselleşmek ölenlerimizin mücadele arzularının gerçekleşmesinin de teminatı olacaktır. Saldırılar büyüdükçe, acımız da, öfkemiz de büyümektedir. Gerekli olan mücadele birliğini sokakta sürdürmek ve büyütmektir. İşte o zaman halkı korkutamayacakları gibi, teslim de alamayacakları ortadadır.

Saray rejiminin iç savaş hesapları, darbe hesapları, tek adam ve diktatörlük hevesleri de kursaklarında kalacaktır.

Halkın büyüyen öfkesinin önünde dağılıp, yıkılıp gidecekler.

DSD Türkiye Yürütmesi